Skip to main content

Siber Bilgi M.

Yazar: merve
03-11-2015, Saat:12:56 PM
Yorum Yok
“Efendiler, soruyorum, düşmanların altı ay sonra iade etmiş olduğu bir toprak var mıdır? Yoktur efendiler. Hangi toprak bir daha iade edilmiştir? Musul’u bir sene sonraya bırakmak… neticede kaybetmek demektir… “Mehmetçiğin süngüsüyle kazanılan muazzam zafer, Lozan’da heba edildi… Misak-ı Milli’den taviz veriliyor…”

Bu gür sadanın sahibi, Meclis’teki İkinci Grub’un (iktidardakilere “Birinci Grup” muhaliflere İkinci Grup” deniyordu) lideri Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey’di.

Lozan Konferansı hiçbir sonuca ulaşmadan dağılmış (4 Şubat 1923), konu TBMM’ye getirilmişti (21 Şubat 1923).

Meclis Başkan Vekili olarak o günkü oturumu yöneten Ali Fuat PaşaTBMM’deki havayı şöyle anlatıyor: “Gerek hükümeti ve gerekse başmurahhas İsmet Paşa’yı mes’ul tutmak yoluna gidiyorlardı. Konuşmaların hemen hepsi, şiddetli ve sinirli idi. Mebusların Misak-ı Milli’den bazı fedakârlıklar yapılmak suretiyle hazırlanan mukabil projenin müttefiklerce kabulü halinde Meclis’in millet muvacehesinde düşeceği durumdan son derece telaşlandıkları belli oluyordu.”

Muhalif olarak tanınan İkinci Grub’un lideri Ali Şükrü Bey, iktidarı amansızca eleştiriyordu. Defalarca kürsüye çıkıp, “Mehmetçiğin süngüsü ile kazanılan muazzam zaferi Lozan’da hebâ ettiniz” diye bağırıyor, Lozan heyetinin, Lord Curzon’un oyunlarına kurban gittiğini iddia ediyordu.

Öyle çok kürsüye çıkmıştı ki, esasen Lozan muhalifleri arasında bulunanRauf Bey (Orbay) bile sıkılmış, “Şükrü, yeter!” diye bağırmıştı, “artık söz alma!’”

Ali Şükrü Bey:“Râuf!.. Ben bu işin fedâisiyim, anladın mı?” diye cevap vererek kürsüye yürümüştü.

Ali Şükrü Bey’in konuşmaları en çok Mustafa Kemal Paşa’yı sinirlendirmişti. Tekrar söz istemesi karşısında öfkeli bir tavırla bağırmaya başladı: “Bir haftadır söylüyorsunuz, memleketi zarardide ediyorsunuz, maksadınız nedir?”

Ali Şükrü Bey, maksadını anlatmak isterken, tabancasını çekerek üzerine yürüdü. Ali Şükrü Bey de silahına sarılmıştı. Araya girenlen tarafından olay güçlükle bastırıldı.

Oturumu yöneten Meclis Başkan Vekili Ali Fuat Paşa, o günü şöyle anlatıyor:

“Mustafa Kemal Paşa, Meclis’te konuşurken, hava oldukça gergindi. O konuşuyor, sözü kesiliyor, o cevaplıyordu. Paşa sözlerini tamamladıktan sonra, Ali Şükrü Bey’in, ‘Ben de söyleyeceğim’ demesi üzerine Gazi Paşa hiddetli bir tavırla: ‘Bir haftadır söylüyorsunuz, memleketi zarardide ediyorsunuz, maksadınız nedir?’ dedi ve kürsüden inerek elleri cebinde olduğu halde asabî bir şekilde Ali Şükrü Bey’in üzerine yürüdü. Bu arada herkes Meclis’in ortasında birbirine bağırmakta olan meb’usların etrafında toplanmıştı. Ali Şükrü Bey, ‘kimseyi ithama hakkınız yoktur’ diye bağırıyor ve Sinop Mebusu Hakkı Hami Bey de ‘Meclis’te emniyet yok mudur?’ feryadını basıyordu.”

Meclis’te zabıt kâtipliği yapan rahmetli Mahir İz,“Yılların İzi” isimli kitabında, Zabıt Müdürü Zeki Bey’in kulağına, “Ali Şükrü Bey bu gece idam fetvasını eliyle imza etti” diye fısıldadığını kaydediyor.

Nitekim de öyle oldu: Bu oturumdan yirmi gün kadar sonra, Ali Şükrü Beyaniden ortadan kayboldu. Konu Meclis’e geldi. Sinop meb’usu Hakkı Hâmi Bey kürsüye çıktı: “Efendiler! Eğer Ali Şükrü Bey’e hürriyet-i efkârından(özgür düşüncelerinden) dolayı bir tecâvüz vukû bulmuşsa, ben bütün cihan huzurunda o gibi kirli ele derim ki, Ali Şükrü Bey gibi bu memlekette memleketin hürriyeti için feryâd edecek daha birçok beyler vardır. Efendiler! Hiç bir zaman milletinfikr-i hürriyeti ve kanaatı silahla öldürülemez. Tehdid ile söndürülemez.”

Ardından Erzurum Meb’usu Hüseyin Avni Bey kürsüye çıktı:

“Efendiler! Bu şerefli kürsü bugün elîm bir vaziyete sahne oluyor. Bu şerefli milletin meb’usları bugün kalbleri kan bağlamış bir zavallı, bîçâre gibi birbirlerine bakıyorlar. Ey kâbe-i millet! Sana da mı taarruz! Ey ârâ-yı millet, sana da mı taarruz? Ey milletin mukaddesatı sana da mı taarruz?”(Lânet sesleri, bu millet ölmez, zihniyet ölmez, fikir ölmez sesleri).

Birkaç gün sonra Şükrü Bey’in cesedi bulundu. İple boğularak öldürülmüş, Çankaya sırtlarında toprağa gömülmüştü.

Recep Peker’in bile “Çok temiz, mert ve vatanperver bir arkadaş!.. Yalnız sinirli!… Coştu mu kabına sığmıyor” dediği mert bir muhalif böylece susturulmuştu.

Suç, Giresunlu hemşehrisi Topal Osman Ağa’nın üzerine yıkıldı. Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş oluyordu!

Nihayet o da katledildi. Bununla da yetinilmeyerek başı kesildi. Meclis’in kapısına ayaklarından asıldı.

Bu olayların ardından Birinci Meclis dağıtılıp titizlikle tek tek belirlenen isimlerden oluşan İkinci Meclis kuruldu ve Lozan bu Meclis tarafından onaylandı.
[Resim: EtnpLjK.jpg]
Yavuz Bahadıroğlu / Yeni Akit
Yazar: merve
03-06-2015, Saat:02:50 PM
Yorum Yok
1. Dünya Savaşı’nın en önemli muharebelerinden biri olarak bilinen Kut-ül Amare Muharebesi, Osmanlı ordusunun Çanakkale’den sonra İngiliz birliklerine karşı vurduğu büyük bir darbedir.


Osmanlı’nın Kut’ül Amare zaferinin yıl dönümü İngiliz kuvvetleri ile Osmanlı arasında geçen ve 29 Nisan 1916’da Osmanlı’nın kesin zaferi olarak sonuçlanan Kut-ül Amare’nin 98. yılı bugün.. ugün, Osmanlı devletinin bundan tam 98 yıl önce İngiliz kuvvetleri ve müttefiklerine karşı kazandığı ve 1952 yılına kadar Kut Bayramı olarak kutlanan Kut-ül Amare zaferinin yıl dönümü.. 


1. Dünya Savaşı’nın en önemli muharebelerinden biri olarak bilinen Kut-ül Amare Muharebesi, Osmanlı ordusunun Çanakkale’den sonra İngiliz birliklerine karşı vurduğu büyük bir darbedir. İNGİLİZ BİRLİKLERİ TAMAMEN ESİR ALINDI Kut-ül Amare, Dicle Nehri kıyısında Şattülarap kanalı ile birleşen Basra Körfezi’nin kuzeyinde, Bağdat’ın güneyinde bulunan bir kasaba. Şehrin yakınlarında konuşlanmış İngiliz ve müttefiklerinin kuşatılmasıyla başlayan muharebe, kasabanın Osmanlı Ordusu tarafından ele geçirilmesi ve 13 bin İngiliz askerinin tamamının esir alınmasıyla bitti. (Kut-ül Amare Zaferi’ni anlatan karikatür) NATO’YA GİRİNCE ZAFER UNUTTURULDU Kut-ül Amare zaferi, 1952 yılına kadar Kut Bayramı olarak Türkiye’de kutlanmaya devam etti. Ancak Türkiye NATO’ya üye olduktan sonra İngilizler’in baskısıyla bu bayramı kaldırdı. Hatta İngiliz baskısıyla bu zafer ve bayrama yönelik tarihi bilgiler, okullardaki tarih kitaplarından bile silindi, unutturulmak istendi. 
KUT-ÜL AMARE MUHAREBESİNDE NELER OLDU İngilizler Kut’u kurtarmak için General Aylmer komutasındaki kolorduyla hücuma geçtiyse de 6 Ocak 1916 tarihli Şeyh Saad Muharebesi’nde 4.000 askerini kaybederek geri çekildi. Bu muharebede geri çekilme emrini veren 9. Kolordu Komutanı Miralay ‘Sakallı’ Nurettin Bey görevinden alındı ve yerine Enver Paşa’nın kendisinden bir yaş küçük amcası olan Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi. İngiliz Ordusu, 13 Ocak 1916 tarihli Vadi Muharebesi’nde 1.600, 21 Ocak Hannah Muharebesi’nde 2.700 askeri kaybederek geri püskürtüldü. İngilizler Mart başında tekrar taarruza geçti. Ancak 8 Mart 1916’da Sabis mevkiinde Miralay Ali İhsan Bey komutasındaki 13. Kolordu’ya hücum ettiyse de 3.500 asker kaybederek geri çekildi. Bu yenilgiden dolayı General Aylmer azledilerek yerine General Gorringe getirildi. 19 Nisan 1916’da 6. Ordu Komutanı Mareşal Von der Goltz Paşa, Bağdat’ta bulunan karargâhında tifüsten ölünce, yerine Mirliva Halil Paşa (Kut) getirildi. 29 Nisan 1916 Townshend birlikleri diğer 13 general, 481 subay ve 13.300 er ile birlikte Osmanlı Kuvvetleri’ne teslim oldu.
[Resim: vd9vbHp.jpg]
Yazar: delidumrul
02-19-2015, Saat:12:29 AM
Yorum Yok
 76 yaşında hayata gözlerini kapayan Sultan Abdülhamid'in cenazesi, 11 Şubat 1918 Pazartesi günü Beylerbeyi Sarayı'ndan Topkapı Sarayı'na getirilmeden evvel, ailesi ve yakınları tekrar odasına girip son hürmeti ve vedâı yaptılar. Cenaze zâbitler tarafından taşınırken, askerler de sarayın bahçesinde selâma durdular. Cenazenin çıkarılmasının ardından muhafız komutanı tarafından oda mühürlendi.
Bir Osmanlı padişahı vefât edince, âdet olduğu üzere cenazesi, dört asır devletin idare edildiği Topkapı Sarayı'na getiriliyordu.
Sarayın en mahrem bölgesi kabul edilen üçüncü avludaki Mukaddes Emanetler Dairesi'nde, altın bir sandıkta atlas örtüler içinde Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) mübarek hırkası muhafaza ediliyordu.
Allah Resûlü (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Asr-ı Saadet'ten mübarek hatıralar taşıyan bu daire, hayatın ötelere endekslendiği mübarek bir mekândı. Hemen arkasında yer alan çeşme ise, tarihimizin ayrı bir ibret vesikasıydı. Vefât eden padişahlar, "hayat-ölüm çeşmesi" denen bu çeşmenin başında gaslediliyorlardı.
Sultan Abdülhamid'in cenazesi muhafızlar, Enderûn-ı Hümâyûn ağaları ve saray erkânı nezaretinde Hırka-i Saadet'in yeşil ve yaldızlı kapısı önüne getirildi.
Kapı kapandıktan sonra daire erkânından başkası içeriye giremedi ve Enderûn ağaları nezaretinde cenaze burada yıkandı. Sultanın vücudunda uzun bir hastalığın zaafı, teninin renginde ölüm sarılığı yoktu. Saçı ve sakalı ağarmış; gözleri kapanmış, çukura batmıştı.
Yıkandıktan sonra sarı ipek işlemeli havlularla kurulanan naaş, kefenlenip hürmetle tabuta konuldu. Abdülhamid, hayatının son dakikalarına kadar şuurunu kaybetmemişti. O ânlardaki vasiyeti de harfiyen yerine getirildi. Göğsüne ahidnâme duası, yüzüne Hırka-î Saâdet destimali, tabutun üzerine de siyah Kâbe örtüsü örtüldü.
İçeride bunlar olurken Hırka-i Saâdet'in önündeki kalabalık, her geçen dakika artıyordu. Veliahd Vahdettin Efendi, şehzâdeler ve ulemâ, Enderun avlusunda yerlerini almışlardı. Yabancı elçiler, bu muazzam daireyi merak içinde seyrediyorlardı. Kış mevsimi olmasına rağmen hava güneşliydi. Şubat güneşi altında nişan ve sırma üniforma parıltısından başka bir şey görünmüyordu.
Sonra birdenbire Hırka-i Saâdet'in kapısı açıldı ve Enderûn avlusunda bütün nazarlar oraya çevrildi. Herkes heyecan içinde cenazeyi görmek istiyordu. Nihayet, elmaslı kemerler, sırmalı Kâbe örtüleri, kırmızı atlaslarla tezyin edilen tabut, parmaklar üzerinde dışarı çıkarıldı ve dairenin hemen önünde bulunan "kaide" üzerine konuldu.
Yıldız Camiî'nin vaizi etrafına bakıp, "Merhumu nasıl bilirdiniz?" diye sorunca, avludaki servilerin arasına dağılmış kalabalıktan hazin bir ses tonuyla "İyi biliriz..." cevabı yükseldi. Fatiha okunmasıyla bu merasim de son buldu ve tabut bir defa daha omuzlara alındı. Şâzelî Dergâhı şeyhlerinin okudukları Kelime-i Tevhidler, tekbirler ve na'tlar arasında Bâb-üs Saâde önüne getirildi.
Cenaze namazı burada Şeyhülislâm Musa Kâzım Efendi'nin imameti ile kalabalık bir cemaatle edâ edildi. Bilâhare, padişahlara mahsus büyük bir askerî merasimle Topkapı Sarayı'nın ana giriş kapısı Bâb-ı Hümâyûn'dan çıkarılan cenaze, Divanyolu'ndaki türbeye doğru götürülmeye başlandı.
Ayasofya önünden türbeye kadar cadde üzerinde iki sıra asker dizilmişti. Fevkalâde ihtişamlı bir surette yapılan merasimde şehzâdeler, damatlar, yabancı elçiler, askerî ataşeler, dinî, idarî ve askerî erkân, üniformalarıyla tabutun arkasında ilerliyorlardı. Abdülhamid'in oğulları, muazzam kalabalıkta metanetlerini korumaya çalışıyordu.
Halktan da on binlerce insan cenazeye iştirak etti. Koca Sultan, son istirahatgâhına doğru uğurlanırken derin bir teessür içinde bulunan İstanbullular sokaklara döküldü. O gün Osmanlı payitahtı, tarihinin en heyecanlı ve en hareketli günlerinden birini yaşadı.
Pencerelerden sarkan kadınlar, "Bizi doyuran padişahım, bizi bırakıp nereye gidiyorsun?" diye ağlıyorlardı. Tahtan indirilişinin üzerinden geçen zamana rağmen halk, Abdülhamid'i unutmamış, hak ettiği vefayı esirgememiş; Divanyolu Caddesi'ne çıkan sokaklar dua eden ve hüsn-ü şehâdette bulunan insanlarla dolmuştu.
Sonunda Sultan Abdülhamid'in cenazesi dualar, tekbirler eşliğinde dedesi Sultan 2. Mahmud için inşâ edilen ve amcası Sultan Abdülaziz'in de medfun bulunduğu türbeye "Allah! Allah!" nidalarıyla getirildi ve hürmetle kabre indirilip defnedildi. Böylece Osmanlı tarihinin en muhteşem padişahlarından birisi daha fâni âlemden bâkî âleme göç etmişti.
[Resim: hv32lhA.jpg]
(Milli Gazete)
Yazar: delidumrul
02-19-2015, Saat:12:23 AM
Yorum Yok
 HİNDLİ MÜSLÜMAN KARDEŞLERİMİZ OSMANLI DEVLETİNİN BALKAN SAVAŞLARINDA İÇİNE DÜŞTÜĞÜ ZOR DURUMU GÖZ YAŞLARIYLA ANLATARAK CADDELERDE OSMANLI İÇİN YARDIM TOPLUYORLAR, 1913, HİNDİSTAN

Hindistan Müslümanlarının Trablusgarp ve Balkan savaşlarından beri, içinde bulundukları zorluklara rağmen Osmanlı'ya ve Türk halkına yardım ve destekleri bitmek bilmemiştir. O günkü Hindistan sınırları günümüzdeki Pakistan ve Bangladeş'i de kapsamaktaydı. 1912'de Balkan Savaşlarının başlaması ile Hindistan'a ulaşan haberler bir anda ortalığı karıştırmıştı. Yoğun bir ilginin yanı sıra müthiş bir tepki de gösteriliyordu. Savaşın başlamasıyla birlikte bu konuda birçok adımlar atılmaktaydı.

İngiliz işgalindeki Hindistan'da genç kızlar çeyizliklerini, öğrenciler harçlıklarını velhasıl herkes ne imkanları varsa “Yeter ki Osmanlı ve Hilafet yaşasın” diyerek yardım göndermişlerdir.

1912 sonlarında Hindistan’ın bazı bölgelerinde bütün Avrupa mallarını boykot etmeye yönelik kampanya başlatıldı. Etkili gazetelerden Urdu-yu Mualla ‘bir Müslüman millet savaşta iken onun düşmanlarına karşı harekete geçmek diğer Müslümanlara
farzdır.’ şeklinde bir fetva yayımladı. Comrade, Zemindar, El-Hilal gibi gazeteler kendi kampanyalarını başlattılar. İnsanı hislendiren gazete ve duvar ilanları ile yapılan yardım çağrıları olağanüstü derecede karşılık görmüş ve adeta yağmur gibi paralar yağmaya başlamıştı.

Gelişmeleri yakından takip eden bir İngiliz görevlinin raporundaki şu ifadeler ise çok dikkat çekicidir:

“Herkes elindeki her şeyi Osmanlı’ya yardım için getirip bırakıyordu... İslam’ın şan ve şerefini muhafaza edecek tek kuvvetin Hilafet makamı olduğuna inanmışlardı. Osmanlılara karşı olan bu hissiyatlarını ispat için de büyük bir gayret ile maddi yardımda bulunmuşlardır. Dilencilerin bile bağışa katılmış olmalarına bakacak olursak Osmanlı kardeşlerine olan düşkünlüklerini bir parça olsa anlamış oluruz.”
[Resim: BgdkftH.jpg]
Yazar: delidumrul
02-19-2015, Saat:12:18 AM
Yorum Yok
 Şirketlerde çalışanları mutlu eden şeyler olduğu kadar mutsuz eden ve motivasyonlarını öldüren şeyler de vardır. Bu şeyler, iş hayatında olan kişilerden gördüğümüz kadarıyla daha fazla diyebiliriz. Peki çoğu zaman motivasyon düşüren şeyler neler?

1- Zehirleyici İnsanlar (Enerjinizi emerler)

Eğer bu insanlardan biriyle çalıştıysanız veya zaman geçirdiyseniz ne kadar yorucu tipler olduğunu anlamışsınızdır. Bu kişiler negatif enerji yayar bununlada kalmaz pozitif enerjiyi sömürürler. Bu nedenle bu kişileri mümkün olduğunca ekiplerinizden uzak tutun.

2- Profesyonel Olmayan Gelişme

Şirketiniz büyüyor olabilir, daha fazla kazanıyor olabilirsiniz ama bu her zaman motive edici bir şey olmayabilir. Eğer ekibiniz şirketle beraber kendilerinin de değer kazandığını hissediyor yani bir şekilde kariyeri için de önemli gelişmeler olduğunu görüyorsa o zaman güzel bir gelişme yaşıyorsunuz diyebiliriz.

3- Vizyon Eksikliği

Her şirketin vizyon yazısı vardır ama bu konu çalışanlara ne kadar yansıtılıyor tartışılır. Açık bir vizyon, çalışanların nelere odaklanması gerektiğini artırır ve verimlilik sağlar. Vizyon sahibi olmayan bir şirkette en iyi çalışanlar bile yeterli derecede verimli olamazlar. Büyük resmi gösterin.

4- Boşa Harcanan Zaman

Hergün yaptığınız toplantıların ne kadar gerekli olduğunu bir düşünün. İşte bu toplantılar bilinçi veya bilinçsiz şekilde çalışanları iş hayatından bezdiren en önemli şeylerdir. Her ne kadar “gerekli” oldukları söylensede çalışanların gözünde boşa harcanan zaman çok ise motivasyon yerlerdedir.

5- İletişim Eksikliği

Şirketlerde motivayon düşüren en önemli şeylerden biri de iletişim eksikliği. Bir şirkette iletişim kopukluğu varsa herkes ister istemez dedikodulara odaklanız ve gerçek bilgiden uzaklaşılır ve sonunda kilitlenmiş bir konuya daha sahip olur. Bu nedenle şirket içi iletişimi üst seviyede tutmaya özen gösterin.

6- Dikey Yönetim

Çalışanlar bireysel olarak da önemsendiklerini, yaptıklarının değerli olduklarının gösterilmesini isterler. Bu durumda yapmanız gereken şey aslında çok basit, hak eden kişilere çalışmaları karşılığı kattıkları değeri gösterin. Maddi olmak zorunda değil sadece bir teşekkür bile bazen problemleri çözebiliyor.

7- Kötü Liderler – Kötü Yönetim

Kötü bir lider, en iyi şirketi bile uçuruma sürükleyeblir. “Lider” vasıflarının neler olduğunu ve ekiplerinizi yöneten kişilerin ne kadar bu vasıflara sahip olduklarını iyi öğrenin. Çalışanlarınızın motivasyonlarını artırmak için bu liderlerle beraber iyi bir yönetici olun.
[Resim: We6kDUR.png]
Yazar: delidumrul
02-18-2015, Saat:11:24 PM
Yorum Yok
 Kartallar, kuş türleri içinde
en uzun yaşayanıdır. 70 yıla kadar yaşayan
kartallar vardır. Ancak bu yaşa ulaşmak için,
40 yaşındayken çok ciddi ve zor bir karar vermek
zorundadırlar. Kartalların yaşı 40′a vardığında
pençeleri sertleşir, esnekliğini yitirir ve bu
nedenle de beslenmesini sağladığı avlarını
kavrayıp tutamaz duruma gelir. Gagası uzar
ve göğüsüne doğru kıvrılır. Kanatları yaşlanır
ve ağırlaşır. Tüyleri kartlaşır ve kalınlaşır.
Artık kartalın uçması iyice zorlaşmıştır.
Dolayısıyla kartal burada iki seçimden
birini yapmak zorundadır;

Ya ölümü seçecektir.
Ya da yeniden doğuşun acılı ve zorlu
sürecini göğüsleyecektir.

Bu yeniden doğuş süreci, 150 gün kadar
sürecektir. Bu yönde karar verirse, kartal
bir dağın tepesine uçar ve orada bir kaya
duvarda, artık uçmasına gerek olmayan
bir yerde, yuvasında kalır. Bu uygun yeri
bulduktan sonra kartal gagasını sert bir
şekilde kayaya vurmaya başlar. En sonunda
kartalın gagası yerinden sökülür ve düşer.
Kartal bir süre yeni gagasının çıkmasını
bekler. Gagası çıktıktan sonra bu yeni
gaga ile pençelerini yerinden söker
çıkartır. Yeni penceleri çıkınca kartal
bu kez eski kartlaşmış tüylerini yolmaya
başlar. 5 ay sonra kartal, kendisine
20 yıl veya daha uzun süreli bir yaşam
bağışlayan meşhur “Yeniden Doğuş”
uçuşunu yapmaya hazır duruma gelir.

Kendi yaşamımızda sık sık bir yeniden
doğuş süreci yaşamak zorunda kalırız.
Zafer uçuşunu sürdürmek için, bize acı
veren eski alışkanlıklarımızdan ve
anılarımızdan kurtulmak zorundayız.
Ancak geçmişin gereksiz safrasından
kurtulduğumuzda, deneyimlerimizin yeniden
doğuşumuzun getireceği olağanüstü
sonuçlarından tam olarak yararlanabiliriz.

İnsanlar ile hayvanları ayıran en önemli
özelliklerden bir tanesi hayvanların
düşünmemekten kaynaklanan,
içgüdüsel olarak karar verebilmeleri
ve uygulayabilmeleridir. İnsanoğlu
düşündükçe karar vermekte zorluklar
yaşıyor ve kararsızlığı seçiyor.

Bazen kararlarımız acı da verse
her zaman “Yeniden Doğuş”u
müjdeleyebilir.
[Resim: LSkEkoj.jpg]
Yazar: delidumrul
02-18-2015, Saat:11:36 AM
Yorum Yok
Kesinlikle okumalısınız..!
Olay gerçek... WorldPerfect (bilgisayar, elektrikli daktilo gibi aletler için program yapımcısı) adlı şirketin müşteri yardım hattında banda alınmış bir telefon konuşmasını okuyacaksınız. Bu konuşma sonrası WorldPerfect görevlisi işinden kovuluyor. Kovulan görevli WorldPerfect'i kendisini "Gerekçesiz" işten çıkardığı için mahkemeye veriyor. İşte bu konuşmanın deşifresi.
-WorldPerfect yardım hattı, buyrun, nasıl yardımcı olabilirim.
-WorldPerfect`te bir sorun oldu.
-Nasıl bir sorun?
-Yazı yazıyordum, birden bütün kelimeler gitti.
-Gitti mi?
-Yokoldu!
-Ekranda şu anda ne görüyorsunuz?
-Hiç bir şey.
-Hiç bir şey mi?
-Yazdığım hiç bir şey ekrana çıkmıyor.
-Hala WorldPerfect programında mısınız yoksa programdan çıktınız mı?
-Bunu nereden bileyim.
-Ekranda bir "C" harfi görüyormusunuz?
-Bir "hece" mi..
-Boşverin. Ekranda yanıp sönen bir çizgi var mı?
-Söyledim ya hiç bir sey yazmıyor.
-Monitör üstünde yanan bir lamba var mı?
-Monitor ne?
-Ekranı olan yer, televizyon gibi... Çalıştığınızı gösteren küçük bir lamba var mı?
-Bilmiyorum.
-Monitorün arkasına bakın, oraya bir elektrik kablosu giriyor olması lazım. Görebiliyor musunuz?
-Evet.
-Harika, o kabloyu takip edin duvarda elektriğe bağlımı bana söyleyin.
-Bağlı.
-Harika. Monitorün arkasına bakınca bağlı olan tek kablo mu gördünüz, yoksa iki tane mi?
-Görmedim.
-Tekrar bakar mısınız, ikinci bir kablonun da bağlı olması lazım.
-Evet buldum.
-Tamam, şimdi onu takip edin bilgisayara bağlı mı diye bakın.
-Kabloya ulaşamıyorum.
-Ulaşmayın, bağlı mı diye bakabilir misiniz?
-Olmuyor.
-Bir şeyden destek alıp eğilip bilgisayarın arkasına baksanız...
-Eğilmek dert değil, karanlık olduğu için bakamıyorum.
-Karanlık?
-Ofisin ışıkları kapalı, pencereden gelen ışık yetmiyor.
-Ofisin ışıklarını yakın.
-Yanmaz.
-Neden?
-Elektrikler kesik.
-Elektrikler mi kesik. Tanrım..! (kısa bir sessizlik) Bilgisayarın kutusu, kitapları her şeyi duruyor mu?
-Evet dolapta.
-Şimdi bilgisayarı sökün, aynen aldığınızdaki gibi paketleyin ve aldığınız dükkana iade edin.
-Durum bu kadar kötü mü?
-Korkarım öyle!
-Peki tamam. Onlara ne diyeceğim?
-"Ben bilgisayar kullanamayacak kadar aptalım" diyeceksiniz...
[Resim: kLp3CCZ.jpg]

Hoşgeldin, Ziyaretçi

Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Forumda Ara

Forum İstatistikleri

Toplam Üyeler 13
Son Üye delidumrul23
Toplam Konular 680
Toplam Yorumlar 684

Kimler Çevrimiçi

Şu anda 7 aktif kullanıcı var. Google
(0 Üye - 6 Ziyaretçi)

Son Yazılanlar

İki Türk Askerin Birinci ...

Son Yorum: delidumrul 02-02-2025, Saat:12:45 PM
Yorum 0 Okunma 306

Arjantin'de Enflasyon

Son Yorum: delidumrul 09-20-2024, Saat:07:18 PM
Yorum 0 Okunma 694

TÜRK ESİRLERİ YUNANLILARA...

Son Yorum: delidumrul 12-01-2019, Saat:11:30 PM
Yorum 0 Okunma 2,560

Seyit Onbaşının (Kocaseyi...

Son Yorum: merve 03-04-2019, Saat:09:59 AM
Yorum 0 Okunma 2,169

Osmanlı ordusunda bir Ven...

Son Yorum: ahmetsahin 02-04-2019, Saat:12:10 AM
Yorum 0 Okunma 2,351

KAĞIT BARDAK..

Son Yorum: mevthawk 01-02-2019, Saat:06:33 PM
Yorum 0 Okunma 2,664

Başkalarının olumsuz duyg...

Son Yorum: ahmetsahin 01-02-2019, Saat:06:21 PM
Yorum 0 Okunma 3,631

Nuri Killigil: Bir Türk S...

Son Yorum: gakko 08-07-2018, Saat:05:16 PM
Yorum 0 Okunma 2,995

Çocuklarımıza Yedirdiğimi...

Forum: SAĞLIK
Son Yorum: delidumrul 03-29-2018, Saat:12:22 AM
Yorum 0 Okunma 2,559

EŞİNİ DOĞRU SEÇ

Son Yorum: delidumrul 03-26-2018, Saat:06:55 PM
Yorum 0 Okunma 2,714
Task