Skip to main content

Siber Bilgi M.

Yazar: gakko
11-18-2012, Saat:10:11 PM
Yorum Yok
Gıda mühendisi olmak

1. birçok insanın, öğrencilerine müstakbel birer diplomalı aşçı gözüyle baktığı bölüm

2. ilginç bir mühendislik dalı olup mezunlarına alakasız iki gıdayı karıştırıp fantastik yeni bir gıda yapma, kettle'da süt kaynatıp kettle'ı bozma, ödev yapmak için şok'a gidip birşeyler alıp içindekiler kısmına bakma gibi üstün yetiler kazandırır. kız-erkek oranının en acımasız (!) oldu
ğu branşlardan biridir.

3. otellerde her ne kadar kendilerini kalite mühendisi olarak tanıtsalar da hijyen sorumlusu olarak görev yapan meslek.

4. yeni yasalarla beraber tüm gıda üretim merkezlerinde çalıştırılması zorunlu olduğu için son dönemde daha kolay iş bulabilen meslek. merdiven altı yemek fabrikalarında telefonlara bile bakanlarını tanıyorum.

5. gıda mühendisliği hakkaten bir mühendisliktir. mezunları aşçı, gurme, şarap eksperi olmaz. bir uçak mühendisinin aşçı olması kadar aşçı olma ihtimalleri vardır ama orası ayrı. ne iş yaparlar peki? aslında tarladan çatala gıdanın üretimi ile ilgilenirler mesela. bu üretimin daha verimli olmasını sağlarlar.bir gıda maddesinin üretimi için kullanılacak hammaddenin alınması, depolanması ve gerektiğinde düzeltilmesiyle ilgili optimizasyonları düşünür bu mühendisler. en düşük para kaybıyla en yüksek verimli gıda üretiminin geliştirilmesine ilişkin kafa patlatırlar. hatta kullanılmış gıda artıklarının geri dönüştürülüp verim artışının bokunu çıkarma üzerine de çalışabilirler. bir üretim tesisinde hijyenin sağlanması için de görevlendirilebilirler. yani anlayacağınız bayağı geniştir çalışma alanları.

6. herkesin kek börek tarifi istediği aşçılıkla karıştırılan `şimdi siz çikolata mı yapcanız gibi gereksiz sorularda var tabi`,
oysaki gayet zor bir mühendislik eğitimi verilen ,
mühendislik fakültesinin kız mevcudunun nerdeyse tamamını oluşturan,
kıza kız düşen,kızların tüm umudunun suya düştüğü
bir mühendislik bölümüdür

7. -oğlum bana şu yoğurtun son kullanma tarihini okur musun?
+tabii teyzecim.. daha 10 günü var.
-sağol oğlum. okuyor musun sen?
+evet teyzecim. gıda mühendisliği okuyorum.
-heh iyi iyi tamda adamına denk gelmişim. bu işlerden en iyi siz anlarsınız.
+...iyi günler teyze.
özet: bir gıda mühendisinin yapacağı iş, gıdanın üzerindeki son kullanma tarihini okumak mıdır? sistem çok sakat çok.

8. - Hasancan evladım, 1 kilo kabak aldım, kabak tatlısı yapacağım, bi kilo kabağa ne kadar şeker koyayım evladım?

+ Ne bileyim anneanne ben, annemi vereyim ona sor.

- yok bilmez senin annen evladım, o okulunu mu okudu. Gıda mühendisliği okuyan sensin sen bilmeyecen de kim bilecek.

+ Evet anneanne gıda mühendisliği okuyorum ben, kabak tatlısını nereden bileyim.

- Ulan sen sınavlara hazırlanırken az mı dua ettim ben, boşuna mı ettim? Kabak tatlısını bile bilemedin nasıl bitecek okul hee bi de hoca imam bayıldı sorsa ne yapıcan daha kabak tatlısını bilmiyon. 1 kilo kabağa 2 kase şeker konur!!

+ peki anneanne.

9.

Kazandı, okudu ve mezun oldu,
Şaşkın ördek gibi çömez gıdacı.
Aileler sevindi,gözler yaş doldu;
Sektöre "cukk" diye düştü gıdacı.

Artık bir diploma bir de kendi var
Kariyer net ile seri ilanlar..
Her kime başvursa , tecrübe arar..
Bu acı gerçeği gördü gıdacı.

Artık bir yemekçi kaçınılmazdır.
Çok ağır bir durum,taşınılmazdır.
Ulan böyle hayat yaşanılmazdır!
Müslüm'le Ferdi'yi tattı gıdacı...

[Resim: sdOqd.jpg]
Yazar: gakko
11-18-2012, Saat:10:03 PM
Yorum Yok
Bilgisayar mühendisi olmak...

arkadaşlar aşağıda yazılanlar gerçekte bilgisayar mühendisi demek değildir. sadece bu bölümle iştirak içinde olan insanların karşılaştığı durumlar trajikomik bir şekilde anlatılmıştır. tabi yazılanlarla herkes karşılaşacak diye birşey de yok Smile)
iyi okumalar Smile)


1. şuphesizki oss den sonra bu muhendisligi okuyup kolay ve mutlu bir hayat gecirme iddiasinda olan arkadaşlarimiz buyuk yanilgi icerisindedir..

2. mezunlarina diplomanin yanisira bonus olarak şise dibi gözluk , boyun fitigi ,asosyallik ve genis capli bir göbek verebilen bölum.

3. bitiren herkesin bilgisayar hakkında herseyi bildigine inanılan ama bunun imkansız oldugunun anlaşılamadığı bölüm

-oğlumuz ne iş yapıyo
-bilgisayar mühendisi
-ooo bizim bilgisayarın kahve tutacağı bozuldu ona bi bakıver evladım.
-tamam teyze bakarız.
-masallah masallah.

4. herkesin sizi teknik servis olarak görmesi, her 100 kişiden 90'ının mutlaka toplama bilgisayar almak istemesi sonucunda bunu size sorması.

5. her baba yiğitin altından kalkamayacağı ve okuyamayacağı, sabır gerektiren, mantık isteyen ve düşünme becerisi olan insanların yapabilecekleri meslektir.

6. öğrenciyken bile asgari ücretin en az 3 katını kazandıran meslek, iş platformunun hiçbir önemi yok, bilgisayar ve mühendis terimlerinin bir arada görünmesi firmalar için yetiyor. ekstradan web tasarımı database gereksinimli uygulamalar yapıyor ya da yazıyorsanız bu para gittikçe katlanıyor. tabi bu söylediklerim her önüne gelen arkadaşlar için değil, harbiden belli konularda yardırmış kişiler içindir. deneyin görün.

7. eskiden polis, asker, astronot olacağım tabusunu yıkan bölümdür. bilgisyarların çok pahalı olduğu yıllarda tüm ortaokul gençliği ortama karizma yapmak için bilgisayar mühendisi olacağını söyler, liseye geçince başka bir alana geçerdi. girilmeden önce hakkında en az bilgi sahibi olunan bölümdür ayrıca, ismi yeterli karizma sahibidir.

9. insanın bulunduğu hemen her alanda insana yardımcı olan ve hatta insanın yerini alan teknolojinin en temel ve en soyut işler yapan mesleği. Genelde Türkiye'de ne işe yaradıkları yurdum insanı tarafından pek de bilinmez. Sadece önemli bir iş yaptıkları düşünülür ve bilgisayar bozulduğunda kendisine sıkça danışılır. Temeli soyut matematiğe dayanan bir meslektir.

10. arkadaşları tarafından formatlama, oyun yükleme, level atlama, msn hackleme gibi görevlere maruz kalan insan modeli.

11. - aga ne istiyorsun şimdi sen bu monitöre?
- 128 ver yuvarlak olsun.
- !!??! ( beyin terk Smile) )

12. "hacı benim pc bozuldu, bi el at" gibi bir şey söylediğinizde temiz kötek yiyebileceğiniz meslek mensupları. bilgisayar tamircileriyle karışıtılmaktan nefret eder büyük çoğunluğu.


[Resim: q2soT.jpg]
Yazar: gakko
11-18-2012, Saat:09:56 PM
Yorum Yok
Makine mühendisi olmak

[Resim: 1x7e4.jpg] 1. Ders çalışırken "ot getireyim yersin" diyen ucuz espri makinalarını tamir etmek istemektir.

2. Okuması çok zordur. hele de final dönemlerinde uyumayı unutturur kişilere. yazıktır günahtır. ama makina mühendisi olunca bu günler unutulursa eğer iyi durumda yaşayan insanlardan olmayı yanında getirir. kısacası öncesi zor sonrası da zor ama en azından para kazandıran mesl
ektir.

4. Makina mühendisliğini 4 yılda bitiren 4 yılını, 5 yılda bitiren ise sadece 1 yılını kaybetmiş olur.

sanırım gayet açıklayıcı oldu.*
tanım: bitmeyen mühendisliktir. kendimi bildim bileli okuyorum; ha soran çıkıyor ne yapıyosun diye hala okuyorum diyorum, işte böyle birşey.

5. Sınıfta 1 erkeğe 0,25 gr kız düşmesi durumudur.

6. Evdeki mutfak robotu bozulunca baş vurulan insandır.

7. Haketmediği şekilde muamele edilendir.

sapığın biri ata saldırır eder, tesadüfe bakın ki kendisi makinecidir. tüm makinecilerin adı çıkar, her ortamda bi at, eşek veya bilimum hayvan muhabbeti döner. bunu yapan bi endüstri mühendisi, bi diş doktoru falan olsa eminim bu kadar olay olmazdı. adımız çıkmış ya bi kere, fakültede kız yok diye. ulan sanki hayatımız boyunca fakültede yaşıyoruz, başka bi hayatımız yok.

ajdar denen şaklaban televizyonda "ben aptal değilim, makine mühendisiyim" der, o sırada salonda beraber tv izlediğiniz aile fertleriniz bi anda dönüp size bakar. ulan bana ne bakıyosunuz? sanki ben dedim...

8. Afiyetle yediği tavuktan parmaklarına bulaşan yağdan tiksinip ilk fırsatta ellerini sabunlu suyla yıkarken; dirseğine kadar yayılmış, toz ve toprakla karışıp balçığa dönmüş makine yağına bakıp "aa şokellaya benziyo" diyebilen ve zerre rahatsız olmadan işine devam edebilen kişi.

9. Öğrenciliğinin zor olması yanında esas zorluklar mezun olunca başlar.
aşağıdaki konuların hepsinde uzman olduğunuz ve bunların hepsinin tamiratını, tesisatını, planını, projesini, imalatını yapabileceğiniz düşünülür.
- otomotiv, her türlü otobüs, kamyon, araba ve tekerlekli araçlar.
- çamaşır makinası, buzdolabı, elektrik süpürgesi gibi beyaz eşya grubu.
- kombi, kalorifer, şofben, klima gibi ısı tesisat grubu.
- bilgisayar, cep telefonu, dvd player gibi elektronik aletlerin tamiratı.
- hidrolik, pnömatik her türlü sistem.
- eskavatörler, kırıcılar, greyderler gibi iş makinaları.
- evin içinde oluşabilecek her türlü arızanın tamiratı (en çok görüleni sifonun veya göte su fışkırtan sistemin arızası)
- gemiler, helikopterler, ufolar gibi uçan ve yüzen her türlü cihazın iç yüzü.
- kaynak
- konstrüksiyon
- talaşlı imalat
- plastik enjeksiyon
- dövme
- alüminyum enjeksiyon
- her türlü kalıp, enjeksiyon kalıbı, dövme kalıbı vb.
- döküm
- metalurji
- dişli çarklar vs. vs.vs.

oysaki misal inşaat mühendisi olsanız sadece inşaattan, bilgisayar mühendisi olsanız sadece bilgisayardan, tekstil mühendisi olsanız sadece kıyafetlerden sorumlu tutulacakken, makine mühendisi olduğunuzdan dolayı her konuda bilgi sahibi olmanız beklenir, tabiî ki her normal insan evladı gibi bütün bunları en ince ayrıntısına kadar bilemeyeceğinize göre dandik mühendis etiketi yemeniz an meselesidir.
Yazar: mevthawk
11-16-2012, Saat:03:07 PM
Yorum Yok
[Resim: WmA2R.jpg] ‎'Bir adam Hz. Ömer (r.a.)'in yanında bir hususta şâhitlikte bulunmuştu. Ömer ibnü'l-Hattâb hazretleri ona,

' Ben seni tanımıyorum, seni tanıyan birini getir, dedi.
Orada bulunanlardan birisi,


' Ben onu tanıyorum, deyince Hz. ömer,

' Nasıl bilirsin? diye sordu. O da,

' Emin ve âdil bir adam olarak tanıyorum, cevabını verdi.

Hz. Ömer (r.a.) tekrar sordu:
' Gecesini gündüzünü bildiğin, yakın bir komşun mudur?

' Hayır, diye cevap verdi adam.

Hz. Ömer (r.a.) sormaya devam etti:
' İnsanın takvasını ortaya koyan, muamelesidir. Bu adam, alış-veriş yaptığın bir kimse midir?

Adam tekrar,
' Hayır, dedi.

Hz. Ömer (r.a.) bu defa;
' Bununla, insanın ahlâkının güzel veya çirkin olduğunu anlamaya imkân veren bir yolculuk yaptın mı? diye sordu.

Adam bu soruya da,
' Hayır, cevabını verince, Hz. Ömer (r.a.),
' Sen onu tanımıyorsun, dedi ve sonra da adama dönerek,

' Git, seni tanıyan birini getir, buyurdu.'

Demek ki bir insanı iyi tanıyabilmek, doğruluk ve dürüstlüğünden emin olabilmek için; onunla, ya yakın komşuluk yapacaksın veya alış-verişte bulunacaksın yahut da beraber yolculuk edeceksin. Aksi takdirde, yani bu ölçülerden hiçbirisi ile tartmadığın bir kişi hakkında, müspet veya menfi yönde şahadette bulunmayacaksın. Zira bu demektir ki, sen onu tanımıyorsun.
Yazar: mevthawk
11-16-2012, Saat:03:02 PM
Yorum Yok
[Resim: rub8e.gif] Bir gün güzellik ile çirkinlik deniz kıyısında karşılaştılar.

Birbirlerine ‘Haydi yüzelim mi? dediler.

Sonra elbiselerini çıkarıp sulara daldılar. Bir süre sonra çirkinlik sahile çıktı ve güzelliğin elbisesini giyip yoluna gitti.


Güzellik de denizden çıktı ama giysilerini bulamadı.

Çıplak kalmaktan çok utandı. Çirkinliğin örtüsüne büründü ve o da kendi yoluna gitti.

O günden beri erkekler ve kadınlar güzellik ve çirkinlikle karşılaştıklarında, tanımakta hep yanılgıya düştüler.

Ancak kimi insanlar vardır ki güzelliğin yüzüne bakar ve giysilerine rağmen onu tanırlar. Ve yine kimi insanlar vardır ki çirkinliğin yüzünü iyi bilirler. Giydiği elbise bile onu gizleyemez.
Yazar: intikamcı
11-07-2012, Saat:02:07 PM
Yorum Yok
ARAKAN A DESTEK İÇİN OKUYUP PAYLAŞALIM

[Resim: 2790u.jpg] Arakan’daki köylerde yaşanan katliamları duymuşsunuzdur hepiniz. Yaşlı genç demeden boğazları kesilerek öldürülüyor insanlar. Kadınlara ve genç kızlara ise acımasızca tecavüz ediliyor.

Son zamanlarda Türkiye’den giden yardım kuruluşlarına da zorluklar çıkarılıyor bölgede.


Bilhassa kardeş ülke Bangladeş’in güvenlik görevlilerinin Cox’s Bazar, Teknaf gibi bölgelerdeki kamplara yardımı engelledikleri duyumlarını almaktayız.

Sadece Myanmar yönetimiyle değil, Bangladeş yöneticileriyle de bir an önce temasa geçmelidir Türkiye. Gerekirse bu ülkedeki yoksullara da el uzatmalıdır maddi yardımlarla...

Arakan’daki son olaylarda 20 binden fazla insan evini terk edip daha güvenli bölgelere göçmek zorunda kalmıştı hatırlarsanız.

Uydu görüntüleri açıkça gösteriyordu ki binlerce ev bir kaç saat içinde acımasızca yakılmıştı. Yetkililer 4 bin 665 civarında evin yakıldığını söylüyor.

Geçen hafta gerçekleşen saldırıda 84 Müslüman’ın öldürülüldüğü de gelen bilgiler arasında.

Bildiğiniz gibi ibadet özgürlüğü evrensel bir haktır. Ancak Mag Budistleri Müslümanların ibadet özgürlüklerine de saygı göstermiyor.

Mesela Akyab civarındaki Maungdaw kasabasında 3 adet cami var. Bu küçük kasabada bile 3 cami oluşu bölgedeki Müslüman nüfusun yaygınlığı hakkında bir bilgi verir sanırım.

İşte maalesef bazı Budist çeteler bu camilere saldırıyorlar. Özellikle Müslümanlar ibadet esnasındayken bu tür saldırıları gerçekleştiriyorlar. Bir merkezden dolduruşa getirilmiş kimi Rakhineliler, güya vatanlarını Müslümanlardan kurtarmak için her fırsatta Rohingyalıları taciz ediyorlar.

Bunu yaparken, 20-30 yıl önce bizdeki kimi baskıcıların kullandıkları argümanları kullanıyorlar.

Halkın yüreğine nefret tohumları ekiyorlar bu ayrımcı propagadanlarla. İslam dininden ve değerlerinden alabildiğince korkutuyorlar Budist halkı.

Mesela “Kara İğrenç Şeytanlar” diyorlar Müslümanlara. İslam’ın şer’i hükümleriyle korkutuyorlar insanları, gericiler, mürteciler diyerek aşağılıyorlar onları.

Her fırsatta Müslümanların göçmen olduklarını, Arakan’ın kendilerine ait olduğunu söylüyorlar. Halbuki bütün tarihi vesikalar gösteriyor ki, Rohingyalılar bölgenin esas yerlileridir.

Çünkü bölge, miladdan önceki dönemlerde Hindistan’ın bir parçasıydı ve Hindu inanışının önemli merkezlerinden birisiydi.

Bölgede var olan antik kalıntılar, eski Hindu tapınaklarının izleri bu gerçeği açıkça ispat ediyor. Bölgeye Budizm’in yayılması ise yine Hindistan merkezli dini faaliyetlerle gerçekleşmiştir daha geç zamanlarda.

Mag Budistleri ise Tibet’ten çok daha sonraları göçmüşler bölgeye. Tam da bu noktada Tibet’in Ruhani Lideri Dalay Lama’nın bu zulme sessiz kalışı daha anlamlı oluyor.

Devletin resmi tarih anlayışına göre tüm Burmalılar Moğol soyundan gelmektedir. Moğolların bu bölgeye gelişi ise daha geç zamanlara denk gelir.

Her resmi tarih anlayışının uygulanışında olduğu gibi, bu resmi tarih baskısı da bütün Burma halklarına dikte edilmekte, böylece tek dinli, tek kültürlü bir Burma milleti oluşturulmaya çalışılmaktadır.

Bu yeni milletin dini ise haliyle Budizm olacaktır. Burma hükümeti huzurun, barışın buradan geçtiğini sanmaktadır ki, maalesef yanılmaktadır.

Her halükarda Hint kökenli Rohingyalılar bölgenin asıl yerlileri. Dışlanan, katledilen, sürgüne gönderilmek istenen mazlum yerlileridir.

İslamiyetin bölgeye yayılması ise 8. yy’a kadar uzanır. Gemilerle bölgeye gelen Müslüman Arap tüccarların arasında muhtemeldir ki pek çok tebliğci de vardı.

Bu insanlar hem hal diliyle, hem de sözle İslam dininin hakikatlerini bölge insanlarına yaymışlardı.

Arakan krallarından Narameikla’nın İslam’ı kabul edip, Süleyman Şah ismini almasıyla birlikte toplu İslam’a geçişler yaşanmıştı bölgede.

Bu dönemden sonra bastırılan sikkelerdeki kelime-yi tevhid yazıları, Arakan’daki dini değişimi açıkça göstermektedir aslında.

Ancak bazı Budistler, bu değişimi içlerine sindirememişler ve bölgede Müslüman hakimiyetini kırmak için ellerinden ne geliyorsa yapmışlardır.

Şu aşamada yapılması gereken elbette tarihi bir sorgulama değildir. Olan olmuş, bölgedeki nüfus popülasyonu Budistler lehine bir şekilde değiştirilmiştir.

Bu aşamadan sonra yapılması gereken mevcut durumu, daha adil çözüm süreçlerine tekamül ettirebilmektir. Yani Budistlerin de dışlanmayacağı, onların da Müslümanların da bütün korku ve endişelerinin izale edileceği birlikte yaşanabilecek adil bir süreç geliştirilmelidir.

Rohingya’da başka ülkelere göç etmeye zorlanan milyonlarca Müslüman da bu sürece aktif katılacaktır. Onlardan isteyenler memleketlerine geri döneceklerdir.

Ama önce birbiriyle insanca konuşacak muhatapları belirlemek gerekiyor. Biz bu aşamada Nisa Suresi 35. ayetin önerdiği çözümü öneriyor öncelikle:

Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin. İki taraf (arayı) düzeltmek isterlerse, Allah da onları uzlaştırır. Şüphesiz Allah, hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdardır.

Arakan’da bozulan birliktelik bağını esastan ele almamız gerekiyor. Sadece yüzeysel müdahelelerle değil, felsefi, tarihi, dini, toplumsal derinliğini de kuşatarak çözüme ulaştırmamız gerekiyor.

Dünya üzerindeki milletlerin davalarının mutlaka bir sözcüsü vardır. Öncelikle Arakan Müslümanlarına onları her platformda temsil edebilecek, Arakanlı bir siyasi lider seçilmelidir.

Dünyanın Arakan Müslümanları söz konusu olduğunda muhatap alabileceği yerel bir lider. Bu liderin dini bir derinliğinin olması ise, Rohingya Müslümanlarını birleştirmek açısından oldukça önemli. Çünkü Rohingyalılar dindar bir millet.

Myanmar hükümeti de, Rohingyalı Müslümanlarla var olan sorunları konuşmak ve tartışmak üzere Rakhine’yi temsilen bir sözcü belirlemelidir.

Bu sözcüler devlet kontrolünde Arakan’ın başkenti Akyab’da, Myanmar’ın güvenli bir şehrinde ya da İstanbul gibi başka bir şehirde dertleri nedir, istekleri nedir bunları açıkça ortaya koymalıdırlar.

Daha sonrasında Dalay Lama gibi dini liderlerle de bilhassa Diyanet İşleri Başkanlığı kanalıyla görüşmeler tertip edilebilir. Bu meselenin çözümünde onların da aktif rol alması sağlanabilir.

Bütün bunlardan öte, dünya genelinde kitleleri birbirine düşüren “güvensizlik” ve “nefret” duygularını tamir edecek bir “Gerçek Adalet Birliğinin” acilen tesisine ihtiyaç vardır.

İnanç düşmanı ideolojilerin tesiriyle Budizm gibi bir dinin mensuplarını da esir alan “güçlü olan haklıdır” prensibinin yaraladığı yürekler, “haklı olan güçlüdür” prensibinin tiryaklarıyla tedavi edilmelidir.

İslam İşbirliği Teşkilatı, daha fonksiyonel hale gelmeli, hatta Balasafa (Balkan-Asya-Afrika-Amerika) Birliğinin de temellerini atmalıdır. Böylece insanlığın muhtaç olduğu “gerçek adalet” tüm dünyada bir an önce tesis edilebilecektir.

Gerekirse, Balasafa Birliği kendi bünyesinde oluşturacağı ve bütün üye milletlerden de temsilcilerin olacağı “Barış ve Adalet Gücü” birlikleri ile dünyadaki “adalet” sorunu yaşayan bölgelere anında müdahele edebilmelidir.

BM’nin ve diğer uluslarası oluşumların, gücün üstünlüğüne inanan ideolojilerin tesiriyle pasifleştirilmiş olduğu bir gerçektir. Bu uluslarası kurumların yakın dönemde dünyanın geri kalanını adil ve kalıcı çözümlerle huzura ulaştıramayacağı da kesindir.

O halde İslam İşbirliği Teşkilatı, “adalet” ortak paydasında buluşan tüm milletleri kucaklayan ama BM’den daha etkili bir yapıya dönüşmelidir. BALASAFA Birliğinin kurulması, dünyadaki adalet sorunlarının çözülmesi anlamına da gelecektir.
Yazar: intikamcı
11-07-2012, Saat:01:58 AM
Yorum Yok
Kurtuluş Savaşı Kahramanı Kara Fatma’yı Rus kilisesine muhtaç edenler utansın!

[Resim: omwyV.jpg]
Hani bazen yaprakları kelam-ı kadime dönmüş eski dergi sayfalarını karıştırırken yüreğinizin orta yerine bir ağırlık, karabasan gibi çöker ya…

Yedigün dergisinin 1930’lu sayılarını karıştırırken de aynı hal arız oldu bana. Fotoğrafta, sadece o hülyalı bakışlarındaki derinliği korumuş bir kadın başı bana bakıyordu. Gözüm bir yerden ısırıyordu bu bakışları ama nereden?

Bakışlarım fotoğrafların üzerindeki başlığa kayıyor ister istemez. “Kara Fatma Rus manastırında” kelimelerini bir hamlede okuduğumda kendime, ‘Yok canım, o olamaz, olsa olsa bilmediğimiz başka bir Fatma’dan bahsediyor olmalı’ diye teselli vermeye çalışırken, asıl darbe, resim altı yazısında balyoz gibi iniyordu beynime. Şöyle diyordu bu iki büklüm olmuş kadının fotoğrafı altında: “Açlığımı kimseye belli etmemek için odama kapanır, ağlarım.”

Yaşadığım yürek burkuntusuna rağmen yine de bu ‘açlıktan ağlayan kadın’ portresini bildiğim Kara Fatma’ya yakıştırmama inadım formundaydı. Ne var ki bu direnişim, asker kıyafetli bildiğimiz Kara Fatma fotoğraflarının birinin altında güneş görmüş inatçı Erzurum karı gibi eriyordu. “Şimdi 55 yaşındayım” diyordu belinde kaması ve göğsünde fişekliği olan kadın, ve devam ediyordu: “Askere gittiğim zaman 24 yaşında idim.”

Çatıdan üzerime iri bir buz parçası düşer gibi oldu. Bu o… Evet, bu o…

O 9 Ağustos 1933 tarihli Yedigün’ün 22. sayısında yakışıklı bir efsane çöküyor ve ikrah ettiren acılıkta bir tarih yazılıyordu.

Erkek askerler için Mehmetçik hangi anlamı taşıyorsa, orduya katılan kadın askerlere de genel olarak “Kara Fatma” denildiğini biliyoruz. Üstelik bilinen ilk Kara Fatma, 1854-1856 Kırım Harbi’ne katılmış; kendisi Çukurova’daki Cirit aşiretine mensup bir ocağın kâhyasıdır. Ayağında çizmeleri, başında tülbent sargısı, belinde silahları ve elinde kamçısıyla ve dahi güneşten esmerleşmiş yüzüyle erkekten bir farkı olmadığını, bizzat Gazi Ahmed Muhtar Paşamız anlatıyor.

Hatta Sivastopol Destanı’nda adının “Nisâlar kahramanı” olarak geçtiğini dahi biliyoruz.
Lakin Kurtuluş Savaşı’ndaki Kara Fatmaların en meşhuru, Erzurumlu olanıdır. Kocası Binbaşı Derviş Bey’le birlikte kâh Kars cephesinde, kâh Balkanlarda savaşmış.

Edirne’de Bulgarlara karşı mücadele vermiş, ağaç kabuğu kemirerek hayatta kalanlardan biri olmuş. Mütarekeden sonra ise kaybetmiş eşini. Sonra onu İstanbul’dan Sivas’a giderek Mustafa Kemal Paşa ile görüşürken görürüz; ardından o artık cephelerdedir:

İzmit, Düzce, Adapazarı, İznik civarında Yunanlılara baskınlar düzenlerken, köylerden, kasabalardan gönüllü toplarken karşımıza çıkar. Bir de gazetecilere ilginç bir figür olarak görünmüş olmalı ki, 1923 yılına kadar kendisiyle çeşitli söyleşiler yapılmış, korkusuzluğu, cesareti ve yaralı olduğu halde gözünü budaktan esirgemeyişi vurgulanmış, adı Garp cephesinde bir efsane bulutu gibi dolaşmış; bir de kendisine bağlanmak istenen maaşı Kızılay’a bırakmasındaki yüce gönüllülüğü.

Velhasıl Erzurumlu Fatma Seher Hanım ya da nam-ı diğer Kara Fatma, Kurtuluş Savaşı’nın sembol ismi olarak günümüzde ders kitaplarına kadar girmeyi başarmıştır.


Lakin Yedigün dergisinde bulduğum söyleşi, Kara Fatma’nın 1923-1944 arasında gözlerden uzak geçen hayatı üzerindeki karanlığı kaldırıyordu. Bugünden bakınca Kurtuluş Savaşı gazileri Lozan’dan sonra sanki yere göğe sığdırılamamış gibi geliyor bize.

Onlara topyekün sahip çıkılmış ve bir dedikleri iki edilmemiş zannediyoruz. Ne kadar yanıldığımızı birazdan bir kere daha anlayacağız.

Kara Fatma, 1933 yılında İstanbul’un Galata semtindeki Rus manastırının bir odasında sefalet içinde yaşamaktadır. Aradığı kişiyi 2. kattaki 9 numaralı odada bulan muhabir Mekki Sait Bey’i önce bir Rus çocuğu karşılar ve kendisine Kara Fatma’nın odasını gösterir.

Muhabir onu, komşularının artıklarıyla karnını doyuran ve yalnız kaldığı zamanlarda utancından hüngür hüngür ağlayan birisi olarak anlatır bize. Kara Fatma’nın odasında iki çuval seriliymiş ya, kendisi yerde tahta üzerinde yatıyormuş. Çuval dediği, torunlarının yatağı. Köşede bir tencere, soğuk bir sac mangalın yanında aylarca evvel yere nasıl bırakıldıysa öyle duruyordur.

Kara Fatma konuşmaya, iş bulamamaktan şikayet ederek girer: Kapıcılığa, hatta çöpçülüğe bile razıdır torunlarına bakabilmek için. Ama kimse iş vermemiştir ona.

Yaralarından söz eder sonra, savaşta aldığı. Kızının parmaklarını şarapnel uçurmuş, evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra ise delirmiş. Böylece torunlarına bakmak zorunda kalmış Kara Fatma. Yine de göğsüne taktığı İstiklal madalyasından gurur duymaktadır: “Bütün sefaletimi unutturan, beni yaşatan, bu İstiklal madalyasıdır. Açım ama şerefliyim!”

Aç ama şerefli kadın ağlamaya başlar o sırada. Ağlarken anlatır, anlatırken ağlar:
- Bazen çocukların elinden tutuyor, ‘Şu yetimler aç kalmış, ölecekler’ diye nineleri olduğumu sezdirmeden onlar için yardım toplamaya çıkıyorum.

Ne yapayım, siz söyleyin!

Muhabirin aklına torunlarının nerede olduğunu sormak gelir. Sokaktadırlar; birazdan geleceklerdir. Dilenmekten dönerken birinin avucunda 100, diğerininkinde 60 para olacaktır. “Al nine” derler, “hiç harcamadık, olduğu gibi sana getirdik. Bir çay pişiremez misin bunlarla? Ekmek batırıp da beraber yiyelim.”

Torunlarıyla birlikte dilenen bu Kara Fatma portresine alışık olmayan yüreğiniz hop oturup hop kalktı, biliyorum ama gerçeğin yüzü bazen böylesine acımasız ve soğuktur.

1944’te (69 yaşında) yeniden hatırlanıp Defterdarlık’ta bir işe yerleştirilen Kara Fatma, 1954 yılına gelindiğinde artık 79 yaşındadır ve yine sefil bir vaziyette İstanbul’da bir kulübede tek başına yaşamaktadır. Tek Parti dönemini perişanlıklarla geçiren Kara Fatma’ya doğru dürüst bir maaş ne zaman bağlanmıştır bilir misiniz? Demokrat Parti devrinde, 22 Şubat 1954’te. Ancak özel bir kanunla kendisine ‘ömür boyu’ 170 lira maaş bağlanan Kara Fatma’nın ömrü bu maaşı yemeye yetmeyecek ve ertesi yıl Erzurum’da hayata gözlerini yumacaktır.

Sağlığında bir gazeteciye, “Göğsümde bir şarapnel parçası var. Acı veriyor.” demişti. Tarihimizin göğsündeki şarapneller ne olacak Fatma teyze, sen söyle?
Alıntı:18 Kasım 2007, Pazar Mustafa ARMAĞAN.

Hoşgeldin, Ziyaretçi

Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Forumda Ara

Forum İstatistikleri

Toplam Üyeler 13
Son Üye delidumrul23
Toplam Konular 680
Toplam Yorumlar 684

Kimler Çevrimiçi

Şu anda 18 aktif kullanıcı var.
(0 Üye - 18 Ziyaretçi)

Son Yazılanlar

İki Türk Askerin Birinci ...

Son Yorum: delidumrul 02-02-2025, Saat:12:45 PM
Yorum 0 Okunma 346

Arjantin'de Enflasyon

Son Yorum: delidumrul 09-20-2024, Saat:07:18 PM
Yorum 0 Okunma 743

TÜRK ESİRLERİ YUNANLILARA...

Son Yorum: delidumrul 12-01-2019, Saat:11:30 PM
Yorum 0 Okunma 2,575

Seyit Onbaşının (Kocaseyi...

Son Yorum: merve 03-04-2019, Saat:09:59 AM
Yorum 0 Okunma 2,176

Osmanlı ordusunda bir Ven...

Son Yorum: ahmetsahin 02-04-2019, Saat:12:10 AM
Yorum 0 Okunma 2,357

KAĞIT BARDAK..

Son Yorum: mevthawk 01-02-2019, Saat:06:33 PM
Yorum 0 Okunma 2,677

Başkalarının olumsuz duyg...

Son Yorum: ahmetsahin 01-02-2019, Saat:06:21 PM
Yorum 0 Okunma 3,679

Nuri Killigil: Bir Türk S...

Son Yorum: gakko 08-07-2018, Saat:05:16 PM
Yorum 0 Okunma 3,003

Çocuklarımıza Yedirdiğimi...

Forum: SAĞLIK
Son Yorum: delidumrul 03-29-2018, Saat:12:22 AM
Yorum 0 Okunma 2,568

EŞİNİ DOĞRU SEÇ

Son Yorum: delidumrul 03-26-2018, Saat:06:55 PM
Yorum 0 Okunma 2,730
Task