Skip to main content

Siber Bilgi M.

Yazar: intikamcı
12-06-2012, Saat:03:28 PM
Yorum Yok
BAZI KIZLAR NEDEN EVDE KALIR


Kadınların gidip kendilerine erkek (koca) secebilecekleri bir erkek dukkanı (magazası) acılmıstır. Magaza 5 katlıdır ve her kat cıkıldıkca, erkeklerin nitelikleri de yukselmektedir.
Magazada s
adece tek bir kural gecerlidir: herhangi bir katın kapısından iceri giren kadın, o kattan alıs-veris etmek zorundadır ve eger bir ust kata cıkmak isterse, tekrar asagı katlara inemez.
[Resim: vyNyJ.jpg?1] Bir gun bir grup kız arkadas, kendilerine erkek secmek icin magazaya gider.


Ve....
1. KAT: Kapıda sunlar yazılıdır: "Bu kattaki erkeklerin calısacak bir isleri var ve cocukları da severler". Kızlar yazılanları okur ve soyle derler: "Eh, hic yoktan iyidir ama bir de ust kata bakalım".
2. KAT: kapıda yazılanlar: "Buradaki erkeklerin iyi bir isleri var, cocukları severler ve son derece yakısıklıdırlar." Kızlar: "Hmmm, hic fena degil ama acaba bir ust katta ne var ?"
3. KAT : "Buradaki erkeklerin cok iyi birer isleri var, cocukları severler, son derece yakısıklıdırlar ve ev islerine de yardım ederler". Kızlar: "Aman
Tanrım, cok etkileyici ama yukarıda baska katlar da var."
4. KAT : "Buradaki erkeklerin isleri cok iyi, cocukları cok severler, gayet yakısıklı olup, ev islerine yardım ederler ve ayrıca son derece romantiktirler". Kızlar cıglık atmaya baslarlar: "Inanılmaz, bir ust katta bizi neyin bekledigini bir dusunun!" Ve bir kat daha cıkarlar...
5. KAT: sunlar yazmaktadır: "Bu kat bostur ve sadece, kadınları memnun etmenin mumkun olmadıgını kanıtlamak icin konmustur. Cıkıs soldadır; umarız inerken merdivenlerden yuvarlanırsınız!!!
Yazar: gakko
12-04-2012, Saat:05:53 PM
Yorum Yok
Yoğun geçen kış koşullarında vazife başında olan Bolu Dağ Komando Tugayında görevli bir asker soğuktan donmamak için Karacasu Ağalan Yaylasında bir eve sığındı. İşte evde bıraktığı o not: “Ben Bolu Tugay Personeliyim. Hava kar yağışlı, fırtınalı ve soğuk olduğundan ben ve bir askerim evinizde 2.5 saat konakladık. Sobanızda 8-10 tane küçük odun yakarak ısındık. Her şeyi ilk haliyle bıraktım. 10 TL’


de para bıraktım. Hakkınızı helal edin.” Yayla evinde bulduğu notla gazetemize gelen Mehmet Günçiçek konuyla ilgili yaptığı açıklamada; “Notu okuyunca eşimle birlikte oturup ağladık. Lakin parayı görünce üzüldüm. Benim üç oğlum var ve ben bu vatana üç tane asker yetiştirdim. Bugün Allah bana yine bu vatana hizmet etme şansı vermiş ve o askerler soğuktan benim evime sığınmışlar. Ben o parayı nasıl alırım. O paraya hiç dokunmadık ve olduğu yerde duruyor. O ev ve yakılan odunlar askerlerimize nasıl ana sütü gibi helalse o parayı almakta bana o derece haramdır” ifadelerine yer verdi.

[Resim: AepUU.jpg]
Yazar: delidumrul
12-04-2012, Saat:05:48 PM
Yorum Yok
Müshil ilacı verilen martılar halkı perişan etti (video)
Bir grup gencin martılara verdikleri yiyeceklere müshil ilacı katmalarıyla ortalık karışıyor, insanlar kaçacak yer arıyor!



[Resim: kfjnv.jpg]
Yazar: delidumrul
12-04-2012, Saat:05:12 PM
Forum: SAĞLIK
Yorum Yok
CERRAHPAŞA TIP FAKÜLTESİ ÇOCUK METABOLİZMA VE BESLENME BİLİM DALI BAŞKANI PROF. AHMET AYDIN:

[Resim: 2eTni.jpg?1] Ben anne sütü dışında çocuklara süt içirilmesini doğru bulmuyorum. En doğrusu ek gıdalara başlar başlamaz yoğurt verin, kefir verin, ama süt içirmeyin. Sadece kutu sütleri değil, günlük sütleri de... Çünkü süt en alerjik gıdadır. Çocukta başta astım olmak üzere pek çok kronik hastalığa sebep olabilir...


- Hocam dünkü konuşmamızda, “Bol bol tereyağ yiyip, unu şekeri keserseniz kolesterolünüz düşer” demiştiniz. Bu kadar basit mi?

Unlu şekerli gıdalar diyorum. Bu basit bir cümle ama bir düşünün. Unlu şekerli her şey. Yani ekmek, makarna, pilav... Hele ki dışarıda yiyorsanız, yandınız. Börekler, çörekler, poğaçalar, simitler, hepsi çok tehlikeli. Bu arada meyvelerin çok tatlılarına da yanaşmayacağız...

- Peki baştan konuşalım mı o zaman? Nasıl beslenmemiz gerekiyor? Siz herhalde Taş Devri Diyeti’ni uyguluyorsunuzdur ama... Bize ne önerirsiniz? Nasıl vazgeçeceğiz unlu şekerli gıdalardan?

Bence Karatay Diyeti de, Taş Devri Diyeti de uygundur. Ben ikisine birden ‘Tabiat Ananın Diyeti’ diyorum. Kolayca uygulayabilirsiniz. Eğer unlu şekerli gıdalarla beslenirseniz metabolik sendrom olursunuz. Vücudunuzda, o dün söylediğimiz damarları tahrip eden, daraltan iltihap hücreleri artar.

- Metabolik sendrom nedir?

Metabolik sendrom diyabet öncesi durumdur. Prediyabet diyoruz biz bu döneme. Birden bire diyabet olmuyorsunuz, çocukluğunuzda beslenme alışkanlığınıza bağlı olarak yavaş yavaş hastalanmaya başlıyorsunuz. Kan şekeriniz yükseliyor yükseliyor, 100-110’ları bulunca ‘Diyabet oldun’ diyorlar. Bu metabolik sendrom daha siz diyabet olmadan önce iltihap hücrelerini artırıyor vücudunuzda ve damar sertliği de çocukluktan itibaren başlıyor. 30’lu, 40’lı yaşlarda değil... Unlu şekerli gıdaları fazla yediğiniz için hastalanıyorsunuz. Bu yüzden biz her türlü gazoz, meyve suyu, hatta doğal meyve sularına bile karşıyız.

- Yani meyveden sıkılmışına bile...

Evet. Meyvenin kendisini yiyin diyoruz. Çünkü lifli olduğu için geç emilir bağırsaklarda, damarlara o kadar zarar vermez. Ama çok tatlı meyveleri de çok yemeyin diyoruz...

- Üzüm gibi mi?

Evet. Tabii ki, makul miktarda yiyebilirsiniz. Ama üzüm yerine, kivi, vişne, kiraz ya da ekşi elmayı tercih edin diyoruz... Meyveye biraz kısıtlama getiriyoruz ama sebzede hiç kısıtlamamız yok.

- Mesela bugün benim yanımda iki mandalina ile küçük birer elma ve armut var. Bir gün için bu kadar meyve çok mu?

Armut çok tatlı olabilir. Ama diğer üçünü yiyebilirsiniz...

- Peki ya kuru meyveler?

Kuru incirin içindeki şeker oranı korkunçtur, kuru kayısının da öyle...

- Ama günde bir incir ya da iki kayısı yeniyorsa?

O zaten günlük şeker limitinizi doldurur. Bir tane incir yiyeceğinize, dört tane mandalina yiyin daha iyi.

- Peki Karatay Hoca hiç ekmek önermiyor? Ama sizin kitabınızda dikkat ettim siz bir-iki dilim ekmeğe hayır demiyorsunuz...

Bizim görüşlerimizin yüzde 99’u aynıdır. Bence de hiç ekmek yenmese daha iyidir. Ben üzerine tereyağ sürmek için yiyorum. Tereyağ yemiyorsam o gün, ekmek de yemiyorum. Tereyağ, zeytinyağ bunları yediğiniz müddetçe sorun yok. Çünkü bunlar aynı zamanda tok da tutar insanı. Bizim derdimiz un ve şekerle. Çünkü insanlar bu iki gıda ucuz da olduğu için çok fazla tüketiyor.

- Meyvelerin çok tatlılarına yanaşmayacağız. Peki ya çikolata, bal, pekmez?

Biz sadece esmer çikolataysa ona biraz izin veriyoruz. Haftada iki gün bitter çikolataya... Balı ancak çok saf bir balsa yiyebilirsiniz. Ama maalesef piyasada fiyatı 10 lira olan bal gerçek bal değildir. Belki arı yapıyordur. Ama gerçek bal değildir. Önüne konan glikoz şurubundan yapıyordur. Bizim baldan istediğimiz şey ne? Arı gidip bir yığın çiçeği dolaşıyor, oradaki özleri, vitaminleri alıyor, o sizin vücudunuz için çok gerekli, bunun için de bu balı yiyin istiyoruz. Ama günde bir-iki çay kaşığı kadar. Bir de ne istiyoruz, her mevsimin kendi sebzesini yiyin istiyoruz. Şimdi pırasa, ıspanak varsa onları, yazın da domates, salatalık yiyin diyoruz. Bunların mevsimi dışında yenmesini de istemiyoruz.

- Peki organikse salatalık ve domates?

Bu mevsimde organik salatalık domates olmaz. Varsa serada yetiştirilmiştir. Onu da önermiyoruz. Dedeleriniz gibi, nineleriniz gibi beslenin. Eğer koroner kalp hastalığını önleyici tedbirler üzerinde duracaksak, diyoruz ki bir unlu şekerli gıdaları iyice çıkartacaksınız diyetinizden. İki, her mevsimin taze sebze ve meyvesini yiyeceksiniz. Meyvede aşırıya kaçmayacaksınız. Sebzede istediğiniz kadar yiyebilirsiniz. Et yumurta gibi gıdaları serbestçe yiyebilirsiniz, ama bu et mümkünse merada beslenen, özgürce dolaşan hayvanların eti olsun. Tabii bunları bulmak çok zor ama eğer talep yaratılırsa mutlaka karşılığı bulunur. Köylü de bir şeyler kazanmaya başlar. Ben ayrıca D vitamini konusuna çok önem veriyorum. Ya iyi güneşleneceksiniz, ki bu şehir hayatında çok mümkün değil, o zaman mutlaka D vitamini alacaksınız. Pratikte erişkinler için söylüyorum, iki ayda bir en azından bir ampul D vitamini için. İğne olarak yaptırmanıza gerek yok. Tanesi 2 lira. Reçeteye bile yazdırmaya gerek yok. Herkesin ulaşabileceği kadar ucuz.

- Süt ürünleri dediniz. Ya süt? İçmeyecek miyiz?

Hayır. Süt ürünlerini tüketeceksiniz. Peynir, yoğurt, kefir... Peynir, beyaz peynirse klasik ezine peyniri olacak, kaşarsa Kars ya da Trakya’nın tekerlek peyniri olacak. Ya da tulum peyniri.

- Ne kadar yiyebiliriz?

Peynirde sınır yok. İstediğiniz kadar yiyebilirsiniz.

*****


Günde 5 yumurta bile yiyebilirsiniz, zararı yok

- Bazı diyetisyenler peynir için zararlı diyorlar...

İstediğiniz kadar peynir, istediğiniz kadar yumurta yiyebilirsiniz...

- Yumurtayı da istediğimiz kadar yiyebilir miyiz?Bir zararı olmaz mı?

İsterseniz 5 tane bile yiyebilirsiniz. Ama yiyemezsiniz ki! Bir de ağız tadınıza bakacaksınız. Yani biz demiyoruz ki, her gün illa 5 tane yiyin. Canınız istiyorsa, yiyebiliyorsanız yiyin ama ertesi gün isteseniz de 5 tane yiyemezsiniz... Ama 5 tane de yemenizin bir zararı yoktur. Bakın, o yumurtadan 21 gün sonra bir civciv çıkıyor. Yumurtanın neresi kötü olacak? Tam tersine faydası var. Olağanüstü bir besin. Tam bir yiyecek. Hele de bu özgür dolaşan bir tavuğun yumurtasıysa, börtü böcek yiyorsa o tavuk. Ama börtü böcek yemiyorsa onun yumurtasının yerini tutmaz. O yumurtadan kolay kolay civciv de çıkmaz zaten. Çünkü Omega 3’ü falan yeteri kadar alamıyordur. Ben her sabah mutlaka tereyağına iki yumurta kırıyorum. Ama yüksek değil kısık ateşte pişiriyorum. Hem gün içinde çok tok tutuyor, hem de çok besleyici...

- Peki hocam neden süt içmeyin diyorsunuz?

Bir kere hangi sütü içeceksiniz? Bırakın kutu sütünü, sütü mandradan alsanız bile kaynatıyorsunuz, birçok özelliğini kaybediyor o süt, enzimleri kayboluyor... Bu yüzden bu sütü alıp ne yapacaksınız? Yoğurt haline getireceksiniz. Aslında bizim geleneğimizde de süt içmek yoktur. Yoğurt, peynir yenir. Tabii şu anda peyniri rahat bulabiliyorsunuz da, doğal yoğurt bulmak çok zor. Marketten aldığınız hiçbir yoğurt ekşimiyor. Ekşimeyen, sulanmayan yoğurdu yemeyeceksiniz. Çünkü içinde faydalı enzimleri yok. En güzeli kendiniz yapacaksınız. Bunun için de sütü ya mandradan almalısınız ya da günlük olanını kullanmalısınız. Yoğurt gibi kefir de yapabilirsiniz. Hatta kefir yoğurda göre bir gömlek daha üsttedir. Kefir de yoğurt da ikisi de mayalandıkça, ekşidikçe değerleri artıyor. İçlerinde bir yığın faydalı mikrop oluşuyor. Faydalı mikroplar insanı başta alerji ve astım olmak üzere birçok kronik hastalığa karşı koruyor. İçindeki enzimler sindirimi kolaylaştırıyor. Bu arada mutlaka Omega 3 takviyesi alınsın istiyoruz, her gün en az 2 gram kadar balıkyağı kapsülü alınmalı. Dün de belirttiğim gibi hem kandaki Omega 3’ü artırır hem de kanı sulandırır! Tabii bu arada mutlaka zeytinyağı, tereyağı ve hayvansal yağlar dışındaki diğer yağları da azaltmak gerekiyor. Ayçiçek yağı, mısır yağı, margarin gibi yağların diyetten çıkartılması gerekiyor. Pilavı makarnayı elbette önermiyoruz ancak bulgura biraz izin var. Karatay Hoca da karşı çıkmıyor bulgura. Tereyağlı bulgur içine domatesi katarsanız çok lezzetli ve sağlıklı bir yiyecek olur.

*****


Baklagilleri iki gün suda bekletin

- Hocam ben süt konusuna takılıp kaldım. Süt içmenin bir zararı var mı?

Var tabii. Bir numaralı alerjen süttür.

- Siz çocuklara kaç yaşından sonra süt önermiyorsunuz?

Ben anne sütü dışında süt verilsin istemiyorum, süt ürünleri verilsin diyorum. Yani yoğurt, peynir, kefir... Ek gıdalara başlar başlamaz hemen. Zaten kefire alıştığı zaman tatlı şey de istemiyor çocuklar...

- Benim çevremde insanlar zorla süt içiriyorlar...

Kesinlikle yanlış. Bir kere sütü sıcak işlemden geçiriyorsunuz, içindeki vitaminler, enzimler kayboluyor. Sonra bizim ırkımız süt içmeye çok uygun değil. Sütün şekerini vücudumuz zor sindiriyor. Onun için birçok çocukta süt mide bulantısı yapabilir. Tabii bir de bağırsaklarda iyice parçalanmadığı için süt bir numaralı alerjik gıdadır. En fazla alerjik olan besinler evrimde insan diyetine en son giren gıdalardır. Bunların başında bebeğin annesinin sütünü değil başka hayvanların sütünü içmesi gelir, ikincisi ise buğday glutenidir. Üçüncüsü de baklagillerdir. Bu yüzden de baklagilleri, nohutu, kuru fasulyeyi iki gün suda bekletmek gerekir. 8 saatte bir suyunu değiştirerek... Mercimeği de mutlaka suda bekletmelisiniz ama o kadar fazla değil.

- Baklagilleri de konuşalım istiyorum ama bebek hiç anne sütü almıyorsa ne yapacağız peki?

6 aya kadar mecburen mama vereceksiniz... Ama sonra yoğurt ya da kefir verebilirsiniz.

- Ne miktarda?

Belli bir miktarı yok. Alıştırmak için önce birkaç kaşıkla başlarsınız, sonra bir kase verebilirsiniz. Ama tabii çocuk bu arada başka ek gıdalar da alacak. Bu arada yoğurtta ya da kefirde kullanacağınız sütü mandradan alırsanız daha iyi, günlük şişe süt de olabilir. Kefiri piyasadan da alabilirsiniz eğer meyveli değilse...

- Diyelim ki bebek köyde yaşıyor ve günlük süte ulaşmak mümkün. O zaman içirebilir miyiz?

Hayır. Ben anne sütü dışında süt içilmesini önermiyorum. O sütü de, keçi sütü de olsa yoğurt yapsınlar. Çünkü dediğim gibi süt bir sürü ısıl işlemden geçiyor, içindeki sindirici enzimler özelliklerini kaybediyor, vitaminler azalıyor. Halbuki siz onu mayaladığınız zaman enzimler tekrar canlanıyor, yeni enzimler, sindirici enzimler oluşuyor. Günümüzde o kadar çok alerjik çocuk var ki, daha sonra astım ya da ottoümmin hastalıklara yakalanabiliyorlar. En büyük sebeplerden biri de süt.

- Siz kutu sütleri hiç önermiyorsunuz.

Evet. Çok yüksek ısıl işlemden geçiyorlar, süt molekülleri tahrip oluyor, sütün bütün molekül yapısı değişiyor, süt süt olmaktan çıkıyor ve en büyük alerjen oluyor.

- Peki ama süt içmezseniz osteoporoz riskiniz artıyor deniyor?

En fazla süt içilen ülke Amerika’dır. En fazla osteoporoz de beyaz Ameriklılar’da görülür. Ama zenciler ya da Latin Amerikalılar’da Kızılderililerde süt tüketimi azdır. Çünkü tıpkı Türkler gibi sindiremezler sütü ve kemik erimesi daha azdır onlarda. Sütün içinde kalsiyum yüksek ama bunun emilmesi çok büyük sorun. Bu yüzden bu görüş de yanlış. Dediğim gibi bunun için yoğurt yiyin, kefir yiyin, çok daha iyi...

Nineleriniz dedeleriniz gibi beslenin

- Hocam bu söylediklerinizi yerine getirebilmemiz için bütün okullarda seferberlik başlatılması lazım hocam.

Kim yapacak onu?

- İyi ama çocukların beslenme çantasına meyve suyu ve süt istiyorlar... Anne babalar beslenme çantalarına kolay diye marketten bisküvi, gofret alıp koyuyor... İlkokula giden çocukların hepsi benden daha şişman. O kadar hareket etmelerine rağmen...

Size bir örnek vereyim, Marmara Adası’nda bizim bir tanıdığımız öğretmenlik yaptı. Bakıyor herkes kutu süt kullanıyor. Diyor ki, “Bakın sizin burada keçileriniz var. Tamamen doğal besleniyorlar, ağılları bile yok, yaz kış serbestler, çok güzel sütleri var. Bu UHT’li kutu sütleri almayın, çünkü o sütler sağlıklı değil, sizin zaten keçileriniz var, onların sütünü için, en sağlıklı süt o.” Ama kaymakamlık da sütlerin açıkta satılmasına izin vermiyor. Diyor ki, “Ertesi gün bir baktım geniş bir beyaz afiş hazırlanmış, üzerine de ‘En sağlıklı süt ambalajlı süttür’ diye yazmışlar... Kutu sütü konusuna girdiğiniz zaman, ki ben girdim, ‘Süt savaşları’ diye, hakkımda bir sürü dava açıldı. Onun için sütçüler de, tavukçular da düşmandırlar bana...

- Tavukları yemek zaten günah bence... Bir din adamı çıkıp böyle bir açıklama yapmalı bence. Hayvancağızları, bir an önce et yapsın diye dapdaracık yerlerde, kıpırdamalarına bile izin vermeden büyütüyorlar...

Ayağı yere değmeden tencereye düşüyor tavuk, güneş yüzü görmeden. Yumurta tavuklarının da gagaları kesiliyor ki birbirlerine zarar vermesinler diye...

- Karnımız doyacak diye nasıl da işkence ediyoruz bu canlılara hocam. Buna dur diyecek birileri olmalı mutlaka...

Bu kuş gribi gündemdeyken, “Tavuklara başlatılan haçlı seferlerine hayır” diye açıklama yaptım. Tavukçular Derneği Başkanı geldi “İyi hocam da niye böyle yapıyorsunuz, biz insanlara ucuza tavuk üretiyoruz” dedi. “İyi de insanları tam tersine açlığa mahkum ediyorsunuz. Köylü 3 tane tavuğunu, 20 tane yumurtasını pazarda satıyordu, onları da yapamıyor artık. Üç tavuk 10 liradan 30 lira, 20 yumurta da 1 liradan 20 lira. O 50 lirayla, biraz Amerikan bezi, biraz un, biraz yağ alıyordu. Onunla geçiniyordu. Bir yandan da o tavuğun etini, yumurtasını yiyordu. Ama sen onun elinden tavukları aldın ne oldu birdenbire. Adamcağız İstanbul’a göç etti, iş bulamıyor” dedim.

- Eskiden tavuklar pazardan alınır, kestirilirdi çok iyi hatırlıyorum, o tavukların lezzeti de farklı olurdu... Çok daha sağlıklı olduklarını ise hepimiz biliyoruz...

Bu tavukların kesimi kuş gribinden sonra yasaklandı biliyorsunuz. Biz de kuş gribine kadar pazardan alıp kestirirdik tavuğu. Şimdi yok artık.

- Beslenme konusunda bir eskiye dönüş olması ve vicdanlı üretim yapılması lazım. Nasıl olacakbu? İnsanlara doğrular nasıl anlatılacak, onların bunu anlamaları nasıl sağlanacak?

Biz de onun için uğraşıyoruz işte. En azından ben şunu diyorum, şimdiye kadar ben bunu bilmiyordum diyemezsiniz artık, ben bunu söyledim size söyledim, bitti. “Ben bunu duymamıştım” diyemezsiniz, şimdi duydunuz, duyduysanız gereğini yapacaksınız.
Yazar: delidumrul
12-04-2012, Saat:05:08 PM
Yorum Yok
Bir Hint masalına göre;

[Resim: DlOe5.jpg] Kedi korkusundan, endişe içinde yaşayan bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır
ve onu bir kediye dönüştürür.


Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez de köpekten korkmaya
baslar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür. Kaplan olan fare, sevineceği
yerde avcıdan korkmaya baslar. Büyücü bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin
korkusunu yenmeye imkan yok. Onu eski haline döndürür..

Ve der ki,
"Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği var.
O yüzden ben sana yardim edemem."
Ünlü yazar Shakespeare, bu konuda söyle diyor:

"İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor...
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaslanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için."
Yazar: intikamcı
12-04-2012, Saat:05:06 PM
Yorum Yok
Asiye yatağında doğrulurken yanındaki adama bakıp, nefesini dinledi. ’Çok şükür Ya Rab, bugüne de sağ salim çıktı’ dedi. Sonra pencereye baktı. Her zamanki yıldızı tam karşısında parlıyordu. O yıldız pencerenin hizasına gelince, Asiye’nin kalkma vaktiydi. Tekrar dönüp kocasına baktı, yaşlı adam çok yorgun görünüyordu. Onu uyandırmaya kıyamadı. Yavaşça yatağından kalktı. Henüz sabah ezanı okunmamış
tı. Abdestini alıp pencerenin yanındaki küçük divana oturarak, ezanın okunmasını beklemeye başladı. Ezan okunmasına az kalmıştı. Camın önündeki fesleğenin yapraklarını hafifçe okşayınca, mis gibi kokusu odaya yayıldı. Fesleğenin kokusunu derin derin içine çekti. Usulca yerinden kalkarak bir tas su getirip fesleğenin dibine sevgiyle döktü.

Kocası hâlâ uyuyordu. ’Başımdan eksik etme Ya Rab! Ben onsuz ne yapar, kime sığınırım ? İki kişi bir mezara giren yok ya, bari arka arkaya ölsek de, geriye kalanımız rezil olmasa’ diye günlük duasını etti.

Asiye, Abdullah’la görücü usulü ile evlenmişti. Evlendiklerinde Asiye on beş, Abdullah otuz yaşındaydı. Abdullah’ın yumuşak ve sevgi dolu kalbi, Asiye’yi tez zamanda kocasına âşık etmişti. Her yere birlikte giderler, her işi birlikte yaparlardı. Şeriat’ın hüküm sürdüğü bir ülkede yaşıyorlardı. Bu ülkedeki göreneklere göre, kadın erkeğin önünde kesinlikle yürüyemezdi. Abdullah’ın bu adetlere hiç aldırdığı yoktu. Karısı ile hep yan yana yürürdü. Hatta çok zaman elini de tutardı yürürken.

Asiye’nin Abdullah’tan yedi kızı olmuştu. Bu durum Abdullah’ın alay konusu olmasına yetip artmıştı. Abdullah kimsenin sözüne aldırmıyor, karısına iyi bir koca, kızlarına iyi bir baba olup gereken terbiyeyi vermeye çalışıyordu. Bazı çatlak sesler çıkıp, ’Abdullah, bu gidişle soyun kuruyacak, ya bu kadını boşa, ya da genç bir kuma al ki, sana oğlanlar doğursun’ diyerek Abdullah’ı kışkırtmaya, hatta daha da ileri gidip alay etmeye çalışıyorlardı; ama Abdullah kesinlikle karısına laf söyletmiyordu. ’O benim helalimdir. Onun bu işte suçu günahı yoktur. O sadece Allah’ın bize bahşettiği çocukları doğurmaktadır. Yüce Rabbim bize kız çocuklarını münasip gördüyse, şükürler olsun; Allah’ın takdiri böyledir. Siz de karılarınıza, kızlarınıza işkence etmeyiniz. Onlar size Allah’ın emanetidir. Emanete hıyanet etmek büyük günahtır.’’ Abdullah onların sözünün altında kalmıyor, hatta ders de veriyordu.

Abdullah ile Asiye kızlarını evlendirmiş, küçük evlerinde yalnız kalmışlardı. Abdullah seksen beş, Asiye yetmiş yaşında olmasına rağmen, damatlarına yük olmamak için onlara sığınmamış, kendi yağlarıyla kavruluyordu. Geçimlerini sağladıkları küçük bir arazileri vardı. Asiye tutumlu bir kadındı. Her zaman, aza kanaat eder çokta gözü olmazdı.

Ezanı huşu içinde dinleyen Asiye, kalkıp namazını kıldı. Allah’ın verdiği nimetlerden kahvaltıyı hazırladı. Kocasını kaldırmaya gitti ama yine kıyamayıp kaldırmaktan vaz geçti. ‘’Biraz daha uyusun, çok yorgun görünüyor.’’ Kendi başına, kenarda duran küçük masada kahvaltısını etti. Kahvaltı tepsisini kocası kalkınca yemesi için masada bırakarak mutfağa girdi. Tarlada yiyecekleri ekmek çıkınını hazırlayıp, su testisini doldurdu. Hava daha aydınlanmamıştı. Bir süre düşünen Asiye, kocasını uyandırmadan tarlaya gitmeye karar verdi. Abdullah, Asiye’ye hissettirmemeye çalışsa da artık eski gücü kalmamıştı. Asiye ‘’ben önden gideyim de, sıcak bastırmadan biraz iş yapayım.’’ Düşüncesiyle dama girdi. Heybeyi, yeni yeni binmeye başladıkları sıpanın üzerine koyup, heybenin bir gözüne su testisini, bir gözüne ekmek çıkınını yerleştirdi.

Yaşlı eşekleri öleli altı ay olmuştu. Karı- koca, eşek ölünce epey zaman yaya olarak gidip gelmişlerdi tarlaya. Ölen eşeğin sıpasına, yeni yeni yük taşımayı öğretiyorlardı. Asiye sıpanın yularını çözüp, duvarın dibindeki kütüğün yanına yanaştırdı. Kütüğün üzerine çıkıp binmek için sıpaya ayağını uzattığında, kocası Abdullah aklına geldi. ‘’Ben şimdi sıpaya binip gidersem, Abdullah’ım yaya gelecek, vakit daha erken, ben yaya gideyim, o sıpaya binip gelsin.’’ Ayağını gerisin geriye çekip, sıpayı yerine bağladı. Sıpanın üzerindeki heybeyi indirip, dam kapısının önüne koyarak çapasını eline alıp tarlaya doğru yürüdü.

Abdullah uyandığında iki tarafına bakındı. Karısı ortalıkta yoktu. Kahvaltı tepsisi masanın üzerindeydi. ‘’Ah Asiye ah! Yine yapacağını yaptın, tarlaya yalnız gittin. Bana hiç kıyamıyorsun, tıpkı benim sana kıyamadığım gibi… Abdullah abdest almak için dışarıya çıktığında, damın önündeki heybeyi gördü. Sıpa damdaydı. ‘’Benim sevgili karıcığım sıpayı yine bana bırakmış, kendisi yayan gitmiş.’’

Abdullah içeriye girip sabah namazını kıldı. Kahvaltısını edip doğruca dama girerek heybeyi sıpaya koydu. Küreğini eline alıp sıpaya binerek tarlaya geldiğinde, karısı başladığı sırayı yarısına kadar çapalamıştı. Abdullah, karısını görünce yüzüne tatlı bir tebessüm yayıldı. ‘’Allah kolaylık versin!’’ Asiye, arkasına bakmadan sesinden tanımıştı kocasını. ‘’Allah razı olsun Bey, hoş geldin sefalar getirdin!’’ Yaşlı adam ‘’hoş buldum.’’ Diyerek su testisiyle ekmek çıkınını çalının altına koyup, üzerini de heybeyle örttü. Eline küreğini alıp işine başladı.

Karı-koca, akşama kadar dinlene dinlene çalıştılar. Hava kararmaya başlamıştı. Abdullah ‘hanım, hava kararmadan gidelim hadi.’ Tarladan topladıkları sebzeleri ve sıpa için yoldukları otu heybeye yerleştirip gitmek için hazırdılar; ama yine sıpaya kim binecek kavgası başlamıştı.

Asiye ‘’sen bin bey, çok yoruldun.’’ Abdullah ‘’ne yorgunu, ben hemen yorulacak kadar yaşlanmadım daha sen bin! Zaten sabah da yürüyerek geldin.’’ Asiye ise, durmadan ısrar edip kocasına ‘’sen bin!’ diyordu.

Abdullah bütün gücünü toplayıp, elindeki küreği yere öyle bir vurdu ki, küreğin ağzı yarısına kadar toprağa saplandı. İyice bükülmüş belini doğrultabildiği kadar doğrultup dikilmeye çalıştı. ‘’Ben daha ölmedim hanım! Şükür gücüm kuvvetim yerinde. Bin şu sıpaya da hava kararmadan gidelim!’’ Asiye kocasının, küreği bir vurmada toprağa saplamasına bakarak ‘’şükür gücü kuvveti yerinde.’’ diyerek sıpaya binip dehledi.

Abdullah küreğini omzuna alıp sıpanın arkasından yürümeye başladı. Yolu yarılamışlardı ki, göğsüne korkunç bir ağrı saplandı. Son günlerde bu ağrı sık sık yoklar olmuştu. Abdullah, iki tarafına bakındı, hava kararmak üzereydi. Etrafta, kendilerine yardım edecek kimseler yoktu. Abdullah bir eliyle sıpaya tutundu. Diğer eliyle kürekten destek almaya çalıştı. İçinden Yaradan’ına dua etmeye başladı.

‘’Yalnızların ve çaresizlerin sahibi Allah’ım, bana yardım et! Başımda canımı almak için dönüp duran Azrail’e söyle, eve kadar mühlet versin bana. Şu koca çölün ortasında ben ölürsem, Asiye’m perişan olur. Ona kim yardım eder? Hava kararmak üzere, bu vakitten sonra kimse geçmez bu yoldan. Ben ölünce, Asiye’me dayanma gücü ver. Onu koru, kolla Ya Rab!’’ diye dualar ediyor, adeta Azrail ile pazarlık ediyordu.

Asiye ise sıpanın sırtında ‘’Ya Rab, bugün de rızkımızı verdin, kocamın da benim de sağlığımız yerinde şükürler olsun!’’ Diyerek etrafına mutluluk gülücükleri saçıyordu.

[Resim: Z83XV.jpg]
Yazar: intikamcı
12-04-2012, Saat:05:01 PM
Yorum Yok
Yüksek Eşik (SEMA MARAŞLI)
[Resim: zB409.jpg]
Feyza kocasının yüzüne kapadı telefonu. Saffet yine sinirlerini zıplatmıştı. Söylüyor söylüyor hep aynı şeyleri söylüyordu. Oysa Feyza her telefonu, artık yelkenleri suya indirmiştir, diye açıyordu fakat kocasından geri adım göremiyordu. Altı aydan beri ayrıydılar. Beş yıllık evlilerdi ve bu beş yılı Feyza’nın memleketinde annesinin evine çok yakın yerde oturarak geçirmi
şlerdi.

Beş ay önce Feyza’nın annesinin sebep olduğu bir kavga yüzünden Saffet tutturmuştu “Biraz da benim memleketimde yaşayalım.” diye. Saffet: “Annen hayatımıza çok karışıyor, evliliğimizi kötü etkiliyor, benim memleketime gidelim, babam da yaşlandı yardıma ihtiyacı var.” demişti. Feyza bu teklifi kabul etmemişti. “Senin memleketinde ben yaşayamam. Ayrıca ben çalışıyorum, annem çocuğumuza bakıyor, kızım anneannesine alışkın başkasıyla yapamaz.” demişti.

O ne derse desin Saffet ikna olmamış ve tayin istemişti. Tayini bir ay içinde çıkmıştı. Tayin üzerine bir büyük kavga daha kopmuştu. Feyza birkaç parça eşya alıp kızı ile birlikte annesinin evine gelmiş.

ti. Saffet de evin eşyalarını yükleyip memleketine götürmüştü. Şimdi “siz de gelin” diyordu. Fakat Feyza gitmeyecekti, boşanmayı göze almıştı. Derin bir of çekti. Annesi de evde yoktu ki biraz konuşup rahatlasın. Feyza’nın kızı ile birlikte cumartesi pazarına gitmişlerdi.

Salonun bir köşesinde oturmuş, elinde tespih, gözleri bahçedeki ağaçlarda bu dünyada değilmiş gibi yaşayan babaannesine takıldı gözleri. Son yıllarda iyice konuşmaz olmuştu. Feyza onunla uğraşmak istedi biraz:

“Sen ne diyorsun bu işlere babaanne?” diye sordu.

Hiç sesini çıkarmadı babaannesi. Başını çevirip Feyza’nın yüzüne baktı uzun uzun. Tekrar bahçeye döndü yüzünü.

“Konuşsana babaanne ya… Baksana sıkıntım var. İki kelam et, içimi rahatlat.”

Babaannesi hiç kımıldamadı bile. Feyza tam ümidini kesmişken bu kez vücuduyla döndü ondan yana.

“Ben konuşursam suçlu olurum kızım.” dedi.

Feyza babaannesinin ne kast ettiğini anlamıştı. Annesi kayınvalidesini zaten evde istemiyordu, kadının varlığı yokluğu belli değildi ama annesi yine de rahatsız oluyordu. Babaannesi huzurevine gitmek istemişti ama Feyza’nın babası bırakmamıştı. O evde sığıntı gibi yaşamak kadıncağızın çok zoruna gidiyordu. O da “Bu benim imtihanım” deyip kimseyle konuşmaz olmuş, kendini ibadete vermişti.

“Bir şey olmaz babaanne, annem evde yok, hadi biraz konuşalım. Ne diyorsun? Sence Saffet bu inadından vazgeçip geri döner mi?”

“Onu bilemem kızım yalnız bildiğim bir şey var ki bir kadının yeri kocasının yanıdır. Senin annenin evinde ne işin var?”

“Aman babaanne… Durumları biliyorsun evin içinde her şeyi görüyorsun, duyuyorsun. Şimdi şu söylediğine bak. Ne yapayım şimdi Saffet’in memleketine mi gideyim? Çok mutlu bir evliliğim olsa belki giderim ama Saffet’le zaten doğru düzgün anlaşamıyoruz.”

“Anneni hayatına bu kadar karıştırırsan anlaşamazsın kızım. O senin yuvan; annenin değil, sahip çık.”

“Gidemem başka bir şehre, Saffet’in ailesini sevmiyorum.”

“Sevmek istersen seversin kızım. Sen ta en baştan sevmemeye şartlandın. Tanıdım ben onları, iyi insanlar. Kusurları elbette vardır, hepimizin var. Kusurlarını görmezden gelirsen, kocamın ailesi diye saygı duyarsan, seversiniz birbirinizi.”

“Uğraşamam onlarla. Boşanırım Saffet gelmezse, yapacak bir şey yok. Sağ olsun annem yanımda bana destek oluyor.”

“Geri dönen kıza, evinin eşiği yüksek gelir, kızım. Şimdi daha yenisin ana evinde, evliliğinden de hâlâ bir ümidin var; burada misafir gibi duruyorsun ama boşanıp geri dönersen böyle rahat edeceğini sanma.”

“Niye rahat edemeyeyim babaanne. Akşam işten geleceğim annem yemek yapmış, her iş yapılmış, kızıma en güzel şekilde bakılmış. Daha ne isteyeceğim. Yemek yapma kaygısı yok, koca derdi yok. Oh mis gibi hayat.”

“İş kaygısı, koca derdi bende de yok kızım ama hayatım hiç de mis gibi değil. Her şey dışarıdan göründüğü gibi değildir. Annen de baban da kızın için babasının yerini tutamazlar. Tencerede de kahve pişer ama hiçbir zaman cezvede pişen kahvenin yerini tutmaz.”

“Aman babaanne bozma moralimi ya…”

“Konuşalım diyen sensin. Keşke başta deseydin. Gerçekleri değil, sadece annem gibi duymak istediklerimi söyle deseydin, ona göre konuşurdum.”

Feyza ne diyeceğini bilemedi. Babaannesi sözlerine devam etti:

“Tamamen boşanıp geldiğinde her şey sana batmaya başlayacak. Eve gelen misafirlerden tut, annenin hiçbir kasıt olmayan sözlerine kadar. Şimdi kızım bakılıyor diyorsun, o zaman şımartılıyor diyeceksin. Şimdi yemek hazır oluyor diyorsun, o zaman her gün yemek yapılıyor, kilo alıyorum diyeceksin ya da başka şeyler. Hep bir şeylerden rahatsız olacaksın. Bu evde bir daha bekârlık günlerin gibi olamayacaksın. Kocanla yaptığın kavgaları bile özleyeceksin.”

“Kavga da özlenir mi babaanne?”

“Kavgaları ve kavgalardan sonraki barışmaları özleyeceksin. Ah kızım anne baba hiçbir zaman eşin yerini tutmaz. Akşamları annen babanı alıp sarılıp uyurken sen odanda yapayalnız uyuyacaksın.”

Feyza babaannesinin çizdiği tablodan rahatsız olmuştu.

“Yeniden evlenirim canım başka koca mı yok sanki?”

“O kadar kolay mı çocuğuna başka bir adamı baba diye kabul ettirmek. Dertsiz insan yok. Boşanmış biri ile evlensen onun da kendi çocukları varsa başka sıkıntılar çıkar. Niye ortada ciddi bir şey yokken kocandan, çocuğunun babasından vazgeçiyorsun? Hem o kadar da kolay değil koca bulmak. Bu devirde koca karaborsa kızım.”

“Karaborsa mı? Ay niye karaborsa oluyorlarmış, erkek kıtlığı mı var?”

“Erkek kıtlığı yok ama artık erkekler evlenmekten kaçıyorlar. Bu devirde ev geçindirmek zor. Bekâr, dul çok hanım var. Baksana amcanın kızlarının hepsi bekâr, evlenmek istiyorlar ama koca bulamıyorlar. Elindeki adamın kıymetini bil. Sen bırakırsan dışarıda en az beş yüz kadın var, adamı hemen kaparlar.”

“Aman kaparlarsa kapsınlar babaanne, hiçbir özelliği yok. Romantik değil, bir şey değil.”

“Kusura bakma da senin ne özelliğin var kızım? Çok mükemmel kadın mısın? Şimdiki kadınlar dört dörtlük koca istiyorlar, sanki kendileri dört dörtlük kadınlarmış gibi.”

Feyza ne diyeceğini bilemedi babaannesinin sözleri karşısında. Biliyordu babaannesi haklıydı. Bir süre ikisi de sustu.

“Annem ‘Maaşın var, ne koca sıkıntısı çekeceksin?’ diyor.” dedi.

“Şimdi de bu çıktı. Sadece annen için söylemiyorum; eve gelen misafirlerden de duyuyorum. ‘Kızı biz büyütüp, biz okuttuk, elin oğlu parasını yiyor.’ diyorlar. Onlar kızlarının mutluluğunu düşünmüyorlar. Onların derdi para, başka bir şey değil.”

Feyza’nın iyice kafası karışmıştı. Annesinin bencilce davrandığını bazen o da düşünüyordu. Düğün sırasında yapılan alışverişlerde Saffet’in ailesi ile tatsızlıklar olmuştu. Annesi düğünden sonra Saffet’in kendi ailesi ile ilişkisini kesmesini istemiş, bunu damadına belli etmişti fakat Saffet kayınvalidesini hiç dinlememişti.

Feyza zaten kayınvalidesi ile senede bir bayramda Saffet’in zoru ile görüşüyordu, annesi ona bile kızıyordu. Annesi Saffet’in onun direktiflerine göre yaşamasını bekliyordu. Öyle olmayınca da sürekli damadının arkasından konuşuyordu. Annesi istedikleri yapıldığında dünyanın en iyi kadını oluyordu; istedikleri olmayınca da çok şerli olabiliyordu.

Babaannesi eski bir türküyü mırıldanmaya başladı:

“Kadifeden kesesi, kahveden gelir sesi,

Oturmuş kumar oynuyor, ciğerimin köşesi.”

Ah ah eski kadınlar. Kahvede kumar oynayan kocaya bile iyi söylerlerdi. Şimdiki kadınlar işinden eve gelen adam azıcık geç kalsa “Canın çıksın, nerde kaldın?” diyorlar.

“Ne yani babaanne, eski zamanda yaşayan kadınlar gibi sıkıntı mı çekelim?”

“Kızım eski kadınlar gerçekten sıkıntı çektiler fakat yine de şimdikiler gibi her şeyden şikâyetçi olmazlardı. Eskiden yokluk vardı, zorluk vardı, iş güç çoktu. Herkes bir arada otururdu. Şimdiki kızların çoğunun evi ayrı barkı ayrı, iş güç az, her işi makineler yapıyor. Kızların annelerinin sıkıntı dediği de sıkıntı olsa bari. Kızları kocalarını ellerinde kukla gibi oynatamazlarsa bunun adı sıkıntı oluyor. Kendi kızlarının damatlarına yaptıkları sıkıntıyı görse bir de gözleri, bu çokbilmiş annelerin. Kadınların çoğunda bir karış dil. Daha kocaları ağzını açmadan onlar makineli tüfek gibi başlıyorlar. Hiçbir şeyden memnun olmayan çok kadın görüyorum etrafımda.”

“Babaanne erkeklerin hiç mi suçu yok yani?”

“Var kızım elbette var, kusursuz insan olur mu? Fakat erkekler kadınlar gibi sürekli şikâyet halinde değiller. Erkeklere bakıyorum çoğu hanımlarının pek çok eksiklerini gördükleri halde idare etmeye çalışıyorlar. Kadınlar gibi de kolayca yuvalarını dağıtmaya çalışmıyorlar. Kadınlara ne oluyor anlamıyorum.”

Feyza babaannesine hak vermeye başlamıştı. Saffet’i seviyordu aslında, özlemişti de. Boşanmayı istemiyordu; fakat oturulacak şehir konusunda inatlaşmışlardı. Bu inat yüzünden yuvası yıkılacak gibi duruyordu.

“Artık inada bindi babaanne, ben geri adım atamam.”

“Kör inat eşeklerde olur kızım. İnsana inat yakışmaz. İnadın, gururun, kibrin bunların hiçbirinin omzu yoktur başını yaslayacağın. İnadın gece seni sarıp sarmalamaz, üşütür ancak. Vakit varken yuvanı dağıtma kızım.”

Feyza babaannesine bir şey daha söyleyecekti ki dış kapı açıldı; annesi ve kızı Betül gelmişlerdi. Babaannesi hemen yönünü bahçeye çevirdi, tespihini çekmeye başladı. Betül Feyza’nın yanına yaklaştı, mutfağa giden anneannesine duyurmamaya çalışarak “Anne yolda bir adam gördüm aynı babama benziyordu, ben babamı çok özledim. O gelmiyorsa biz yanına gidelim.” dedi. Feyza ne diyeceğini bilemedi. Betül’ün anneannesinin yanında babasından bahsetmeye çekindiğini fark edince üzüldü. Annesi Saffet’in ardından konuşup durduğu için çocuk belli ki babasına kötü bir şey söylenmesin diye susuyordu.

Saffet beş ay içinde iki kez kızını görmek için gelmişti fakat göstermemişlerdi. Feyza’nın annesi çocuğu babasına göstermesine izin vermemişti. Saffet de kızını göremeyince bir daha gelmemişti. Feyza kızına ne büyük kötülük ettiğini o an fark etti. Kendi boşansa bile kızına bunu yapmaya hakkı yoktu. Baba ile evladını birbirinden koparmamalıydı, onların görüşmesine engel olmamalıydı. Ayrıca niye boşanıyordu ki? Babaannesinin söylediklerini düşündü. Kocasını seviyordu. Ayrılırsa pişman olacağını anlamıştı.

Feyza annesinin pazar alışverişinin detaylarını dinlerken sinir oldu birden. En iyi domatesi o bilirdi, en taze kabağı o seçerdi, kimse onu kandıramazdı. Bütün meyve ve sebzeleri tek tek seçmişti, falan filan. Her zamanki haliydi; her şeyi en iyi o bilirdi ve en doğru kararı o verirdi. Bu yüzden olmalı Feyza’nın hayatı için de en doğru kararı verdiğini düşünüyordu.

Feyza annesine fark ettirmeden kızının kulağına eğildi:” Gideceğiz babana merak etme.” dedi. Betül’ün yüzündeki kocaman gülümseme Feyza’nın gözünden iki damla yaş düşmesine sebep oldu.

Az sonra annesi yemek yapmak için mutfağa gittiğinde Feyza tespih çekmeye devam eden babaannesinin yanağına kocaman bir öpücük kondurdu. “Güzel kadın, ne yaptın bana, bastonunla ben fark etmeden kafama mı vurdun bilmiyorum ama fena halde gözüm açıldı. Bu evin eşiği bana şimdiden yüksek gelmeye başladı. Yarın kızımı da alıp kocamın yanına gideceğim, artık orada yaşayacağım. Bana çok dua et emi?” dedi.

Güldü, babaannesi. Onun buruşuk yüzünde de güller açmıştı. Sıra Saffeti aramaktaydı; kim bilir ne kadar sevinecekti.

Sema Maraşlı “Eşim Aşkım Olsun” Kitabından

Hoşgeldin, Ziyaretçi

Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Forumda Ara

Forum İstatistikleri

Toplam Üyeler 13
Son Üye delidumrul23
Toplam Konular 680
Toplam Yorumlar 684

Kimler Çevrimiçi

Şu anda 6 aktif kullanıcı var. Applebot
(0 Üye - 5 Ziyaretçi)

Son Yazılanlar

İki Türk Askerin Birinci ...

Son Yorum: delidumrul 02-02-2025, Saat:12:45 PM
Yorum 0 Okunma 346

Arjantin'de Enflasyon

Son Yorum: delidumrul 09-20-2024, Saat:07:18 PM
Yorum 0 Okunma 743

TÜRK ESİRLERİ YUNANLILARA...

Son Yorum: delidumrul 12-01-2019, Saat:11:30 PM
Yorum 0 Okunma 2,575

Seyit Onbaşının (Kocaseyi...

Son Yorum: merve 03-04-2019, Saat:09:59 AM
Yorum 0 Okunma 2,176

Osmanlı ordusunda bir Ven...

Son Yorum: ahmetsahin 02-04-2019, Saat:12:10 AM
Yorum 0 Okunma 2,357

KAĞIT BARDAK..

Son Yorum: mevthawk 01-02-2019, Saat:06:33 PM
Yorum 0 Okunma 2,677

Başkalarının olumsuz duyg...

Son Yorum: ahmetsahin 01-02-2019, Saat:06:21 PM
Yorum 0 Okunma 3,679

Nuri Killigil: Bir Türk S...

Son Yorum: gakko 08-07-2018, Saat:05:16 PM
Yorum 0 Okunma 3,004

Çocuklarımıza Yedirdiğimi...

Forum: SAĞLIK
Son Yorum: delidumrul 03-29-2018, Saat:12:22 AM
Yorum 0 Okunma 2,568

EŞİNİ DOĞRU SEÇ

Son Yorum: delidumrul 03-26-2018, Saat:06:55 PM
Yorum 0 Okunma 2,730
Task