Skip to main content

Siber Bilgi M.

Yazar: ahmetsahin
12-25-2013, Saat:12:37 AM
Yorum Yok
Antik Roma'da yaşamış yaşlı bir adamla genç bir çocuğun hikayesidir bu. Eğer sınırlarınızı aşamadıysanız yaşamınızda çok eksik olduğunu fark edeceksiniz, biraz gayret yeter bence vakit geçmeden bir an önce, özgüvenle...


Yaşlı adamın adı SARTEBUS, genç çocuğun ki ise KIM'di... Kim, yalnız yaşayan, yiyecek ve başını örtecek bir çatıdan çok, bir neden arayan, köyden köye dolasan bir yetimdi. "Neden" diye merak ederdi;

"Neden her şey bu kadar zor? Biz kendimiz mi zorlaştırıyoruz, yoksa mücadele etmemiz gerektiği için mi?" 



Bunlar, Kim kadar genç bir çocuk için bilgece düşüncelerdi... 

Bir gün, aynı yolda seyahat eden yaşlı bir adamla tanıştı... Yaşlı adam, oldukça ağır görünen, üzeri örtülü, büyük bir sepet taşıyordu. Yol kenarında mola verdiklerinde, yaşlı adam yorgun bir halde sepetini yere koydu. Kim'e, sanki "yaşlı adam varını-yoğunu bu sepette taşıyormuş" gibi geldi. 



"Sepetin içinde onu bu kadar ağır yapan ne var?" diye sordu Kim, Sarbetus'a...

"Onu senin için taşımak beni mutlu edecektir. Ne de olsa sana göre çok genç ve güçlüyüm!"

O senin, benim yerime taşıyabileceğin bir şey değil" diye yanıtladı yaşlı adam. 

"Kendim taşımam gereken bir şey" Ve ekledi "Bir gün, kendi yolunda yürüyeceksin ve benimki kadar ağır bir sepet taşıyacaksın" 



Günlerce ve kilometrelerce birlikte yürüdüler ve Kim, Sarbetus'a "insanların neden böyle kendi kendilerine eziyet ettikleri" hakkında sorular sordu. Ama ne yanıtlarını öğrenebildi, ne de yaşlı adamın taşıdığı sepetin içindeki ağır yükün ne olduğunu...



Sonunda Sartebus, artık daha fazla yürüyemeyeceği ve son kez dinlenmek için uzandığı zaman, sepetin içindeki sırrı söyledi ve neden insanların kendi kendilerine eziyet ettiklerinin yanıtını da verdi: 



"Bu sepette" dedi Sartebus, "Kendim hakkında inandığım ama gerçek olmayan şeyler var. Onlar, yolculuğum boyunca ağırlık yapan taşlardı." "Şüphenin her çakıl taşının, tereddüdün her kum tanesinin ve yanılgının yol boyunca topladığım her kilometre taşının ağırlığını sırtımda taşıdım. Bunlar olmadan çok ilerilere gidebilirdim. Hayalimde canlandırdığım insan olabilirdim. Ama bunlarla, yolun sonunda, gördüğün gibi baş başayım." 



Ve sepeti kendisine bağlayan ipleri bile çözemeden, yaşlı adam gözlerini kapadı, son uykusuna daldı... Kim, sepeti Sarbetus'un sırtından çözdü ve içini merakla açtı... 

Sepetin içi bostu!...

Ve o anda sorularının yanıtını anlar gibi oldu: 



Çoğumuz, sırtımızdaki bir sepette korkularımızı ve kendi oluşturduğumuz sınırlarımızı taşıyarak yasadığımız için, hayallerimizle birlikte gömülüyoruz...

[Resim: Qq4XhzF.jpg]
Yazar: ahmetsahin
12-25-2013, Saat:12:27 AM
Yorum Yok
Abraham Lincoln

[Resim: nkWc0Jk.jpg?1]Yoksul bir ailede dünyaya geldi

Anne babası okuma yazma bilmezdi

10 yaşında annesini kaybetti

Tarlada ırgatlık yaptı

Bakkalda çıraklık yaptı

21 yaşında işini kaybetti Bocalama dönemi başladı

24 yaşında tekrar işinden oldu

25 yaşında dört çocuğundan üçü vefat etti

27 yaşında ruhsal bunalıma girdi

34 yaşında kongre seçimlerini kaybetti

36 yaşında kongre seçimlerini yine kaybetti

38 yaşında eyalet seçimini kaybetti

45 yaşında senato seçimlerini kaybetti

47 yaşında başkanlık seçimlerini kaybetti

49 yaşında tekrar senato seçimlerini kaybetti

52 yaşında ABD’ye başkan seçildi

Eğer sıkıntılar kaçınılmazsa oturup ağlamanın hiçbir faydası yoktur Evet acı ve ızdıraplar karşısında Abraham Lincoln’ün de ağladığı anlar olmuştur Hatta hayatın çekilemeyecek hale geldiği durumlarda akşam yağmur altında ağaçlar ve çalılar arasındaki tozlu patika yollarda gezinmeyi çok severmiş gözü yaşlı olduğu anlarda içini böyle atarmış ama sonra bıkmaz inat edermiş ısrarlı olurmuş Bir keresinde yoksulluk ve mahrumiyetine rağmen dürüst ve kültürlü olduğu için çevresindekilerin tavsiyesiyle sırf kölelik ve adaletsizlik kalksın diye kongre üyeliğine adaylığına koyar fakat kazanamaz Bu haber karşısında üzülür Haberi telgraf hanede alır Dışarı karanlık ve yağmurludur Usulca ‘İyi akşamlar!’ dedikten sonra orayı terk eder

Kaldırımsız tozlu topraklı sokaklarda bir başına düşünceli düşünceli yürür Tam bu sırada ayağı kayar çamurun içine yuvarlanacakken son anda kurtulur Kendi kendine ‘Tökezledim fakat düşmedim!’ der Evet ‘Tökezledim fakat düşmedim’Bu cümle beyninde şimşek gibi çakar Onun ayağı kaymıştı ama düşmemişti’Mücadeleye devam!’ dedi

Aklınıza Birşey Koyduğunuz Zaman En Küçük Şeyde Pes Etmeyin Bilin ki Kaybettikleriniz Size Kazandıklarınız Olarak Daha İyi Şekilde Dönecektir.

alıntı
Yazar: ahmetsahin
12-25-2013, Saat:12:21 AM
Yorum Yok
Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy multimilyoner Elmer Kelen in portresini yapmak için görevlendirilmişti. Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu. Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı. 

Kısıtlamalara rağmen, Sebesy portrenin Kelen e yeterince benzediği görüşündeydi.
Ancak, Kelen ayni fikirde değildi. Kibirli milyoner resmin kendisine benzemediğini öne sürerek portrenin parasını ödemeyi reddetti. 

Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı, ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti. Milyoner stüdyodan ayrılırken, sanatçı bir ricada bulundu, " Portreyi size benzemediği için
reddettiğiniz belirten bir mektup yazabilir misiniz?" Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu. Aylar sonra, Macar

Sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisinde sergi açtı. Kelen in telefonu çalmaya başladı. Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy nin yaptığı portresinin, üzerinde "Bir Hırsızın Portresi" etiketiyle teshir edildiğini
gördü. Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi. Müdür reddedince, Kelen resim kendisini topluma alay konusu edeceği için dava açmakla tehdit etti. Bunun üzerine müdür Kelen in resmin kendisine benzemediği için almayı reddettiğini belirten imzalı mektubunu çıkardı. Milyoner artık resmin parasını ödeyip almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı. 

Genç sanatçı sadece son gülen olmakla kalmamış, ayni zamanda güçlüğü karlı bir alışverişe dönüşmüştü. Çünkü milyoner resmi almağa kalktığında fiyatının eskisinden on kat daha fazla olduğunu görmüştü. Gördüğünüz gibi, güçlüklere teslim olmayı kabul etmemişti. Bunun yerine öfke ve acıya teslim olmaktansa yaratıcı ve yararlı bir kapı açacak bir yol düşündü.Kısaca ressam değerli bir prensip keşfetmişti :
Yeni fırsatlar bizi genellikle sıkıntılı anlarda ziyaret eder, çünkü bir kapı kapanırsa, başka bir kapı açılır.

[Resim: kdC135s.jpg]

 
Yazar: ahmetsahin
12-25-2013, Saat:12:06 AM
Yorum Yok
[Resim: jj3nCPF.jpg]İhtiyarlığa adım atalı çok olmuştu. Gözleri dalgalara takılmış halde, iyi kötü yönleriyle geçmişi düşünüyordu. İnsanlığa karşı pek güveni kalmamıştı. İyilik yaptıkça nankörlük gördüğünü düşünüyordu. Çoğu kişinin kendisine "enayi" gözüyle baktığını da biliyordu. Fakat karşılıksız iyilik yapmaktan vazgeçmiyordu. Çünkü kendisini hayata bağlayan çok az değerden birisi de, kendisine olan saygısıydı. Onu da kaybederse , her şeyini kaybetmiş olacağını düşünüyordu.

İhtiyar adam kayalıkların üzerinden yavaşça doğruldu, denizin kenarına atılmış kırık içki şişesi gözüne takılmıştı. İçki içmezdi ama görüp de almazsa ve bu kırık şişe birine zarar verirse vicdan azabı duyacağını düşündü. Onun şişeyi yerden aldığını gören biri kız, biri erkek iki genç gülüştü. Erkek ;

"- Çöpçü herhalde." dedi. İhtiyar adam herkesi hoş görmeye çalışırdı, özellikle gençleri ama yine de gencin, kendisi hakkında arkadaşıyla şakalaşırken biraz sesini alçaltmamasına, kendisinin duymaması için gayret etmemesine canı sıkılmıştı. 

İhtiyar kırık camları atmış dönerken, gençlerin az önce kendisinin oturduğu kayalarda, azgın dalgalara karşı şakalaştığını, birbirini itekler gibi yaptığını gördü. Biraz daha uzakta bir kayaya gidecekti ki, birinin denize düşme sesi ve çığlığı kulaklarında çınladı. Kız düşmüştü. Sportif yapılı gencin hemen atlayıp kızı kurtarmasını bekledi. Fakat kayadan kayaya telaşla koşan genç atlamaya cesaret edemiyordu.

Genç ne yapacağını bilemez halde dalgaların uzaklaştırdığı kız arkadaşına bakıyor, bağırıyordu. Sağa sola deli gibi koştururken, hemen yanından birinin denize atladığını duydu, bu az önce dalga geçtiği ihtiyar adamdı.

İhtiyar adam dalgaların tüm zorluğuna rağmen, güçlü kulaçlarla kıza yetişti, saçlarından yakaladı kayalara doğru çekti. Kayalara yaklaştığında kıyıdaki genç, kızı yakalayıp önce yukarı, sonra sahile çekti. İhtiyar adamı o anda unutmuştu bile. Birden aklına gelip denize doğru baktığında ihtiyar adamın hala çıkamadığını gördü.

İhtiyar kollarında derman kalmamış halde, kendisini kıyıdan koparmaya çalışan dalgalara kendini bıraktı. Genç çılgına döndü, sevdiği kızı kurtaran, az önce dalga geçtiği ihtiyar gidiyordu. Kısa zamanda büyük şeyler olmuştu hayatında. Hayatta en çok sevdiği kişiyi kurtaramamış, başkası kurtarmıştı ve o da şimdi kendisinden özür bile dileyemeden, boynuna tüm utançları takarak sonsuza dek gidiyordu. 

Kendine tam gelememiş kız , gencin sulara atlayışına baktı bağırdı ama nafile. Oysa arkadaşının kendisi kadar bile yüzemediğini iyi biliyordu. 

Genç erkek tüm çabasına rağmen ihtiyara yaklaşamamıştı bile , dalgaların üzerinde boğulan değil, sanki dinlenen biri gibi duran ihtiyar da sanki gülümsüyor gibiydi. Genç bir anda ihtiyardan daha çok kıyıdan uzaklaştığını fark etti. Bitiyordu her şey. "Gerçekmiş demek ki" diye düşündü, hayatı, arkadaşları, sevdikleri hızlıca gözlerinin önünden geçiyor gibiydi. İnsan ölüme yaklaşınca böyle oluyormuş. Su yutuyordu ama mücadeleyi bırakmıştı. 

Birden beklenmedik bir şey oldu; genç adam kolunun kuvvetlice yakalandığını hissetti, önce köpekbalığı aklına gelip telaşla çekmek istedi ama hemen yanında ihtiyar adamı fark etti. İhtiyar adam önce kolundan yakalamış, sonra yakasından tutup, onu bir bebek gibi çekmeye başlamıştı.

Göz açıp kapayana kadar kıyıya gelmişlerdi. İhtiyar adam, genci kızın yanına kadar atmış, nefesleniyordu. Gençlere gülümsedi;

"- Siz de, ben de bu gün güzel dersler aldık. Ben kendi adıma çok mutlu oldum. Siz kimseyi küçümsememeyi öğrendiniz. Ben de bu küçük dalgalarda sizi deneyerek, insanlığın ölmediğini gördüm. Delikanlı beni kurtarmaya gelmen, beni ne kadar mutlu etti sana anlatamam. Fakat ben daha bu dalgalara yenilecek kadar kocamadım"

İhtiyar kıyıda kendilerini toparlamaya çalışan gençlerin bir şey söylemesine fırsat vermedi;

"- Hoşçakalın !. . ." deyip yürüdü.


Gençler peşinden koşamadıkları ihtiyara şaşkınlıkla, içlerinde bir buruk sevinçle bakakaldılar
Yazar: ahmetsahin
12-23-2013, Saat:10:22 PM
Forum: TESBİTLER
Yorum Yok
Küçük kız çocukları için hayatının ilk erkek modeli babadır. Erkeğin nasıl davranması gerektiğini babayı izleyerek öğrenir. Bir erkeğin bir kadınla nasıl iletişim kurduğunu, anne ve babasının iletişiminden yola çıkarak biçimler. Evlilik modelini öncelikle kendi ailesinden temel alır.

[Resim: UHNqE8L.jpg]Kız çocuğu büyüdükçe, muhakeme yeteneği artar ve babasını, annesiyle ilişkisini, ailesinin evliliğini yorumlamaya başlar. İleride evleneceği erkekte hangi özellikleri aradığını, babasını temel alarak belirler. Babası gibi çalışkan biriyle evlenecektir, ya da tam tersi babası gibi sorumsuz olmayan, çalışkan biriyle evlenecektir.



Bunlar bazen bilinçli bazen içgüdüsel seçimlerdir. Kadın ya da erkek hepimiz anne ve babamıza benzer yönleri olan insanları seçeriz. Çünkü, ailemize benzeyen insanlar bize tanıdık gelir ve yeni tanışılmış değil de bir ömürdür tanışılıyor hissi uyandırır. Yanında rahat hissetmemizi sağlar.



Kriterlerimizi ne kadar revize edersek edelim, hatta belki de özellikle babamıza benzemeyen bir eş seçelim, çocuklukta attığımız ilk temeller zaman içinde kendini hatırlatır. Diyelim ki, ataerkil bir aileden geliyoruz. Baba, sert ve otoriter. Annemizin giydiğine karışıyor, komşuya gitse kendinden izin alınmasını istiyor. Ama anı zamanda bir baba olarak, bize güven veriyor. O kadar güçlü ve sert ki, kapıya hırsız da gelse, biri yolumuzu da kesse babam bizi koruyabilir. İşte böylelikle korunma, sahiplenilme duygumuz , erkeğin otoriter ve sert olmasıyla özdeşleşiyor.



Eş seçimine gelince, kendi yaşadığımız çevrede ve dönemde, kıyafetlerimize karışılsın istemiyoruz. Komşuya giderken eşimizden “izin” almak istemiyoruz. Büyüyünce yorumlarımızın değiştiği babamız gibi, “tutucu” bir erkek seçmiyoruz. Hayata daha rahat bakan, bizimle aynı basamakta duran bir eş seçiyor ve demokratik bir evlilik kuruyoruz.



Başta her şey yolunda. Süper. Ama zaman içinde, üzerini örtüğümüz ama hala temelde yatan ilk öğrenmişliklerimiz kımıldamaya başlıyor. Tamam, evlendiğiniz erkeğin duygusallığı başta çok hoş geliyordu ama bir erkek için fazla mı ince ruhlu acaba? “Onu giyme, oraya gitme” diyecek biri olmadığı için, gönül rahatlığıyla evlendiniz ama hiç mi kıskanmıyor,



umursamıyor acaba? Bu sorular yavaş yavaş güveni kemirirken, bakışlar kadının içgüdüsel sahiplenilme ihtiyacına dönüyor. “Beni sahiplenmiyor, bu evlilikte bir şeyler eksik.”



Oysa, kadının bu noktada sahiplenilmemekle ilgili etiketinin altı başka niteliklerle dolu. Evet erkek, karışmıyor, kısıtlamıyor, kadının üzerinde tahakküm kurmaya çalışmıyor. Çünkü kadını üzmek, evliliğin dengesini bozmak istemiyor.

Ama elbette kadını sahipleniyor. Ama sahiplenmesinin göstergesi otorite kurmak değil, onu sevmek, düşünmek gerektiğinde korumak.

Fakat kadın, yıllar önce temeli atılan ezberine dönüyor. “ Bana karışmıyor, kıskanmıyor, kısıtlamıyor demek ki beni sahiplenmiyor.” Neden? Çünkü ezberi, “Ancak baban gibi otoriter bir erkek karısını sahipleniyor demektir” diye fısıldıyor.



Bu ve benzeri temel şartlanmalar sebebiyle, bir çoğumuz eşimizin başta bayıldığımız özelliklerini yıllar sonra neden birden bire yetersiz görmeye başladığımızı anlamıyor, evliliğimizde bir sorun aramaya çalışıyoruz.



Oysa her durumda olduğu gibi, sebep ararken ilk bakmamız gereken yer, kendi içimiz.

Sevgiler
Yaşam Koçu ve Evlilik Danışmanı
Yazar: ahmetsahin
12-23-2013, Saat:10:00 PM
Yorum Yok
BORALTAN FACİASI VE DAHA NİCELERİ

1965'ten bu yana 47 yıl geçti ama bazı mevziî çıkışlar dışında Tek Parti Dönemi'ni bütün halinde soruşturan bir komisyon kurulamadı. Bence darbe dönemleri kadar karanlık bir dönemdir Tek Parti devri ve mutlaka bütün olarak araştırılmalıdır.

CHP yönetiminin Suriyeli mültecilerin barındığı bir kampı ziyaret etmesine izin verilmemesi üzerine başlayan tartışmalar Başbakan Erdoğan'ın siyasî rakiplerine 1944 Boraltan köprüsü faciasını hatırlatmasıyla yine bir tarih tartışmasına dönüşüverdi.

İyi de Boraltan faciası neydi?
Nazilerle işbirliği yaptıkları gerekçesiyle Sovyetler Birliği tarafından aranan 146 Azerbaycanlı, Aras nehri üzerindeki Boraltan köprüsünden geçerek Türkiye'ye iltica etmişlerdi. O tarihte Almanlar yenilmiş, Türkiye de çark ederek Mihver devletlerden uzaklaşıp usulca Müttefiklerin safına kaymıştı.
Halk mülteci Azeri 'kardaşları'nı bağırlarına basmıştı ama Çankaya'da oturan sözde Türkçü zatın şu demeci Balkanlardan Kafkasya'ya kadar hemen her Türk'ü sersemletmişti:

"Misak-ı Milli hudutları dışında Türk unsuru kabul etmiyoruz!"
Ne anlama geliyordu bu tuhaf söz? Yoksa "Yurtta sulh, cihanda sulh"ün aynı zatın kafasındaki anlamı, 'Türkiye'de yaşayan herkes Türk'tür, dışındakilerin canları cehenneme' gibi tasfiyeci bir denklem miydi?
Sovyetler, Azeri mültecilerin teslimi için bastırıyordu. Çankaya direnmedi. Nasıl olsa onların 'Türk' olmadıklarını ilan etmemiş miydi? Karar gecikmeden çıktı: Geldikleri gibi giderler! Yani: Aynı köprüden Sovyet güçlerine teslim edileceklerdir.

Azerilerin teslim anını Karslı gazeteci Temraz Kesemenli şöyle anlatıyor:
"146 kişiyi zamanın hükümeti hiç çekinmeden trenlere doldurarak Boraltan sınırından Ruslara teslim etmiştir. Azeri kardeşlerimiz Kars'tan geçerken, istasyon kenarındaki evlerden bu faciayı gören birçok hemşehrimiz olmuştur. Buralardan geçen o 146 kişi üzerlerinde ne kadar kıymetli eşya varsa trenin pencerelerinden halka atıyor. Sadece üzerlerinde gömlek ve pantolonları kalıyor."

Azeri mülteciler sınırı geçince öldürüleceklerini anlatmak istiyorlar. Nitekim makineli tüfeklerle taranarak kurşuna dizileceklerdir.
Bu kara lekenin kahramanı olan zat, "İçeriye Türkçü" Cumhurbaşkanı İsmet İnönü'dür. Nitekim facia, Ekim 1965'te yapılan seçim öncesinde Süleyman Demirel'in Adalet Partisi ve gazetesi "Adalet" tarafından gündeme getirilmiştir (7 Ekim 1965). İmzasız başyazıda İnönü'nün 12 büyük günahı sayılırken Boraltan faciası da zikredilmiş ama orada kalınmayarak Özalp'ta 33 vatandaşın kurşuna dizilmesi, İstiklal Mahkemesi kurarak "nice insanı haklı haksız darağacına yollaması" ve ülkeyi 20 yıldan fazla sıkıyönetimle yönetmesi... gibi suçları da ortaya serilmiştir.

1965'ten bu yana 47 yıl geçti ama bazı mevziî çıkışlar dışında Tek Parti Dönemi'ni bütün halinde soruşturan bir komisyon kurulamadı. Bence darbe dönemleri kadar karanlık bir dönemdir Tek Parti devri ve mutlaka bütün olarak araştırılmalıdır.

Araştırılmalıdır deyince sadece İnönü'nün oğlu Ömer'in sahibi olduğu paravan petrol şirketinin aldığı ihaleler gibi usulsüzlüklere takılıp kalmayı kastetmiyorum. İç ve dış politikadaki hatalar ve facialar da sorgulanmalıdır. En azından Yassıada'da DP için yapılan sorgulamalar kadarını CHP dönemi için yapmadıkça demokrasimizin gerçek macerasını anlatma şansımız olmayacaktır. Anlattıklarımız da İnkılap tarihçilerinin vaziyeti kurtarmaya dönük yamama çabalarından öteye gitmeyecektir.
Bugün gündeme getireceğim bir başka yüz kızartıcı olay, Makedonya'da (eski deyişle Yugoslavya'da) geçmiştir.

Üsküplü Müslüman Türkler, haklarını korumak üzere 1945'te bir direniş örgütü kurarlar. Yücelciler adını alan örgütün hikayesi ve hakkındaki bilgi sayesinde ulaştığımız Mehmed Ardıcı'nın "Yücelciler 1947" adını taşıyan değerli hatıratından başka bir vesileyle bahsetmek isterim. Ancak bugün Makedonya'daki haklarımızı korumak için kurulan ve Üsküp Başkonsolosumuz Emin Vefa Gerçek'in de haberdar ve bağlantı halinde olduğu bu örgüte yapılan ihanete dikkatinizi çekmek istiyorum.

Ardıcı, Nazi kamplarında ölenlere ağlayan aydınlarımıza, burunlarının dibinde, Makedonya'da bunca Müslüman'ın boğazlanması karşısında neden kıllarını kıpırdatmadıklarını soruyor haklı olarak. "Yarınki Balkanlarda siyasî haritayı değiştirebilecek güç sıfıra indirilirken sizler de göz yumdunuz" diyor.
Nasıl mı indirmişler? Özetliyorum ki, yarımdır, peşinen biline!
Belgrad'da aslen 'asker kaçağı' olan zamanın Dışişleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu ile görüşüyor Yücelciler, kendilerini anlatıyorlar. Saraçoğlu, "Sahi bu kadar nüfusa mı sahipsiniz?" diye şaşkın şaşkın soruyor. Tepkilerini içlerine şöyle gömüyorlar: "Pes, vallahi pes, billahi pes. Yalı kazığı mı diktiler seni Ankara'ya?" Dış politikamız bir zamanlar böyle cahillerin elinde oyuncak olmuştu işte.

Oyuncak olsa neyse. Bir de ihanet olmasa!
Üsküp Konsolosumuzla irtibat halinde örgütlenen Yücelciler ihbar edilir ve yakalanıp işkence altında sorgulanırlar. Hücresinde şu yakıcı cümleler dökülür yazarın ağzından: "Bizler, yıktırılmış bir cihan devletinin kabul edilmemiş bir mirasıyız. Şimdiye dek namuslu kalabilmişsek Osmanlılığımıza borçluyuz. Kurtuluş ümidimi geri getiren işte bu."

Türkiye'den ses yoktur.

Mahkemeden 4 idam kararı çıkar, 2-20 yıl arasında çeşitli hapis cezaları.. Makedonyalı Türkler kararlara Türkiye'nin tepkisini beklemektedir. Türkiye'den yine ses yoktur.
Arkadaşları Şuayip, Ali, Nazmi ve Adem idam edilirler. Yine ses yok.
Oysa teşkilat kurulurken kendilerine "Nüveyi oluşturun. Talimatlarımızı tatbik edecek, bilgi alabileceğimiz bir grubun varlığını bilmek istiyoruz" diye haber yollayan da Türk Konsolosudur. Bunun anlamı, "Ben sizi tanımıyorum, siz de beni" repliğidir.

Mehmed Ardıcı'nın şu sözlerini içimiz yanarak okuyoruz:
"Açıkça söylüyorum: Türkiye'nin kulaklarını tıkayarak oturması ne acıdır ki, devrin siyasi liderinden sadır olan 'Misak-ı Milli hudutlarının dışında Türk unsuru kabul etmiyoruz' kelamı, karşımızdakilerin teşvik görmesi, aferinleri manasındadır."
Makedonya'daki Türklere önce umut verilip sonra temizlenmesine ses çıkarılmaması olayı tek değil ki. Boraltan faciası ile aynı yılda, Romanya'ya iltica etmiş olan 20-30 bin civarındaki Kırım Tatarının Türkiye'ye sığınma talebine ret cevabı veren de aynı İsmet Paşa zihniyeti değil miydi?
Dediklerine göre Azeri mülteciler askerlerimize "Bizi Rus'a teslim etmeyin kardaşlarım. Siz vurun" diye yalvarmışlar. İsmet Paşa'nın kendilerine hangi gözle baktığını bilseler, susmayı tercih ederlerdi eminim.
[Resim: lqeM1F6.jpg]

Bir partili İsmet İnönü'nün ayağını öpüyor.
MUSTAFA ARMAĞAN
 
Yazar: ahmetsahin
12-23-2013, Saat:09:13 PM
Yorum Yok
7 cüceler şifrenizi hatırlamanıza yardım edebilir

Süpermarkete gittiniz, ama alışveriş listesini evde unuttuğunuzu fark ettiniz. Ya da kredi kartınızın şifresi bir türlü aklınıza gelmedi. İşte bu gibi durumlara düşmemek için bazı teknikler var.

[Resim: Nj0sQqn.jpg] Elektronik posta adresininizin şifresini ya da yakınlarınızın doğum günlerini hatırlamak için birkaç değişik metot bulunuyor. Bonn Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Nörolog Christian Elger, dahi olmayanların günlük yaşamlarında nasıl her şeyi daha iyi hatırlayabileceğini şöyle açıklıyor:

“Eğer çok karmaşık şeyleri aklınızda tutmanız gerekiyorsa, bu en iyi çağrışımlar sayesinde mümkün olabilir. Örneğin alışveriş listesini evde unuttuysanız, gözlerinizi kapatıp evde nasıl temizlik yaptığınızı düşünün. O zaman aklınıza temizlik için ihtiyacınız olan ürünler gelecektir ve tabii bununla birlikte hangisinin evde eksik olduğu da. Bu şekilde unuttuklarınızı kolayca hatırlayabilirsiniz.”

ÇAĞRIŞIM KODLAMASI 
Sadece günlük yaşamda değil, çağrışımlar sayesinde hatırlama tekniğini tüm matematikçiler kullanıyor. 8 kez Dünya Matematik Şampiyonu olan Gert Mittring de bunlardan biri. Mittring, çağrışım kurarken yaratıcı ve kişisel davranılmasını öneriyor ve "Böylece beyindeki algılama ve hatırlama faaliyetlerini düzenleyen gri hücreler, daha fazla çalıştırılabiliyor" diyor.

Mittring, “Olaylar ile kendi karar, hobi veya daha da güzeli kendi özel ilgi alanlarınız arasında bir bağlantı kurabilirsiniz. Örneğin ilgi alanınız astronomi ise, bu alandaki bilgileri çağrışım oluşturmak için kullanabilirsiniz. Benim işim sayılarla ilgili olduğu için ben de onların özelliklerini çağrışım olarak kullanmaya çalışıyorum. Bu çok yaygın bir teknik değil. Örneğin 251 sayısını hatırlamam gerekiyorsa, o zaman şu bağantıyı oluşturuyorum: Binin dörtte birinden büyük, en küçük sayı diye bir mesaj bırakıyorum hafızama” diye konuşuyor

SAYILARDAN HİKAYE OLUŞTURMAK 
Gerçi Mittring bu tarz bir çağrışımın birçok insan için uygun olmadığını öne sürüyor. Ünlü matematikçi “Dünya Şampiyonu ile Hesap” adlı çıkardığı kitabında ise normal zekaya sahip insanlar için bazı tüyolar veriyor. Örneğin unutulmaması gereken karmaşık bir şifreniz varsa, sayılarla hikaye oluşturmak iyi bir çözüm olabilir.

Mittring’e göre diyelim ki 047 kombinasyonunu hatırlamak zorundasınız. O zaman 0 rakamı, size en kolay kahvaltı yumurtasını, 4 rakamı, dört yapraklı yoncayı ve 7 rakamı da yedi cüceleri çağrıştırıyor. Bu çağrışımlardan “Kahvaltı yumurtası dört yapraklı yoncanın üzerindeki yedi cücelerin yanında duruyor” diye bir hikaye çıkarılarak, şifreyi hatırlamak kolaylaştırılabiliyor.

Ancak bunun dışında da çağrışım teknikleri bulunuyor. Nörolog Elger, yine beyindeki gri hücreleri daha çok çalıştıran bir Loci tekniğini öneriyor:

“Uzun süren karmaşık bir proje, olay ya da sorun söz konusu ise o zaman sanal tekniği önerebilirim. Yani gözlerinizi kapayın ve düşünerek kendi evinizin içinde dolaşın. Bu esnada her köşeye kafanızda bir belge yerleştirin. Böylece daha sonra bu belgeleri doğru sıra ile hatırlamanız mümkün olacaktır.”

DUYGULARLA ÇAĞRIŞIM 
Önemli şeyleri hatırlamak için bir başka önemli çağrışım tekniği daha var. Nöroloji uzmanı Doktor Elger’e göre hatırlanılması gereken olgu veya bilgi ile duygusal bir bağlantı kurulursa, bu bilgileri sürekli hatırlamak çok kolay olacaktır.

Elger, “Duygular sayesinde bilgileri hafızanıza kazıyabilirsiniz. Bu genelde hepimizin bilinçiz olarak zaten yaptığı bir şeydir. Hayatımızda olumlu ya da olumsuz büyük bir öneme sahip olan şeyleri, çok daha iyi hatırlarız. Evlendiğimiz gün ya da önemli bir doğum günümüz ya da 11 Eylül terör saldırısı gibi. Örneğin o gün saldırı haberini öğrendiğinde ya da televizyonda gördüğünde nerede olduğunu hatırlamayan, çok az insan vardır” diye konuşuyor.

Güçlü duyguların matematikçilerin en büyük yardımcısı olduğunu söyleyen Mittring de kredi kartı şifrenizi unutmamanın en iyi yolunun bu üç çağrışım seçeneği olduğunu ileri sürüyor. Mittring beyin antrenmanı yapıp onu formda tutmak için de “İddialı araştırmalar hakkında bir şeyler okuyup çevrenizdeki kişilerle bu konular üzerine tartışın” önerisinde bulunuyor.

Hoşgeldin, Ziyaretçi

Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Forumda Ara

Forum İstatistikleri

Toplam Üyeler 13
Son Üye delidumrul23
Toplam Konular 680
Toplam Yorumlar 684

Kimler Çevrimiçi

Şu anda 22 aktif kullanıcı var.
(0 Üye - 22 Ziyaretçi)

Son Yazılanlar

İki Türk Askerin Birinci ...

Son Yorum: delidumrul 02-02-2025, Saat:12:45 PM
Yorum 0 Okunma 345

Arjantin'de Enflasyon

Son Yorum: delidumrul 09-20-2024, Saat:07:18 PM
Yorum 0 Okunma 740

TÜRK ESİRLERİ YUNANLILARA...

Son Yorum: delidumrul 12-01-2019, Saat:11:30 PM
Yorum 0 Okunma 2,574

Seyit Onbaşının (Kocaseyi...

Son Yorum: merve 03-04-2019, Saat:09:59 AM
Yorum 0 Okunma 2,174

Osmanlı ordusunda bir Ven...

Son Yorum: ahmetsahin 02-04-2019, Saat:12:10 AM
Yorum 0 Okunma 2,356

KAĞIT BARDAK..

Son Yorum: mevthawk 01-02-2019, Saat:06:33 PM
Yorum 0 Okunma 2,676

Başkalarının olumsuz duyg...

Son Yorum: ahmetsahin 01-02-2019, Saat:06:21 PM
Yorum 0 Okunma 3,677

Nuri Killigil: Bir Türk S...

Son Yorum: gakko 08-07-2018, Saat:05:16 PM
Yorum 0 Okunma 3,001

Çocuklarımıza Yedirdiğimi...

Forum: SAĞLIK
Son Yorum: delidumrul 03-29-2018, Saat:12:22 AM
Yorum 0 Okunma 2,566

EŞİNİ DOĞRU SEÇ

Son Yorum: delidumrul 03-26-2018, Saat:06:55 PM
Yorum 0 Okunma 2,727
Task