Skip to main content

Siber Bilgi M.

Yazar: intikamcı
03-08-2014, Saat:01:23 PM
Yorum Yok
İÇİMİZDE NEDEN NAMAZ SEVGİSİ AZ ?

Bir okurum sormuş: “Namaz kılmak İslam’ın birinci şartı. Fakat içimde namaz sevgisi yok. Namaz kılmak neden bu kadar zor geliyor?”

[Resim: yQd5xVi.jpg?1]İnsanları yönlendiren, zevkleri ve menfaatleridir. Evvela Müslüman kendisini gayrimeşru zevklerinden ve menfaatlerinden geri çekecek, ondan sonra helal daireye girecek ve diyecek ki: “Şimdiye kadar canımın istediğini yaptım, bundan sonra Allah’ın isteğine tâbi olacağım.” Bu karar, insanın dünyasını ve ahiretini cennet etmeye yeter. Allah’ın isteğine tabi olmak güçlü bir iman ister. Bu iman da ancak tahkiki iman dersleri ve sohbetleriyle olabilir. Bana göre, namaz kılabilmek için insanın evvela çevresini değiştirmesi lazım. Arkadaşların, dostların, vakit geçirilen muhitin insan üzerinde müspet veya menfi tesiri vardır. Bu o kadar da kolay değildir amma cennet ucuz değil. Mesela Erzincan’a gittiğimde akrabalarımdan evvel Rafet Kavukçu ağabeye gitmek istedim. Yeğenim dedi ki: “Randevu alalım da öyle gidelim.” “Hayır” dedim, “gideyim, kapısını görüp döneyim. Bu bile bana yeter.”

80 yaşındayım. Hâlâ manevi hayatıma faydalı olacak insanların yanına gidiyorum. Çünkü haramlar sel gibi akıyor. Haramları süslediler, haramları reklam ediyorlar. Bu müthiş zamanda mecburen iyilerin, alimlerin yanına gitmek gerekiyor. Her zaman tefsir okuyamayabiliriz. Amma öyle insanlar var ki, yaşayışıyla, hal ve hareketleriyle bize ilmihali anlatır. Onlardan faydalanmak aklın gereğidir.

Dikkat edilirse, namaz kılmayan, camiye gitmeyen kişi, evvela dünyada azap çeker. Camiler Nuh’un (as) gemisidir. Bilindiği gibi Nuh aleyhisselam gemisine hayvanları aldı amma oğlu o gemiye binmedi. Çeşitli sebeplerle namaz kılmayanlar da, Nuh aleyhisselamın gemisine binmemiş sayılır. Düşünmek lazım: O gemiye alınmayanlar kimlerdi? Bunu araştırmak, okumak lazım. Namaz kılan kişi fiziken ilan eder ki: “Benim bir önemim yok. Benim önemim, Allah’ın emirlerine tâbi olduğum kadardır.”

İmza günlerinde veya konferanslarımda soruyorlar: “Çocuklarımıza namaz sevgisini nasıl aşılarız? Onları namaza nasıl alıştırabiliriz?” Ben de diyorum ki, İslamiyet’i evvela kendimiz yaşayacağız. En iyi tebliğ, hal ile yapılan tebliğdir. Ben çocuklarıma ve torunlarıma namaz kılın demedim. Amma namazı, her türlü işimin önünde tuttum. Seyahatlere çıkacağım zaman hanım ve çocuklar hep beraber otururken hesaplardım, hangi arabaya bineyim, nerede ve saat kaçta mola verir ki namazı kaçırmayayım? Çocuklarım namaz konusundaki hassasiyetimi görerek büyüdüler. Belki namaz kılın desem, enaniyetlerine dokunurdu, darılırlardı.

Benim de canım bazen namaz kılmak istemeyebiliyor. Hastayım, yaşlıyım. Zorlanabiliyorum. Amma canım istemediği halde namaz kılıyorsam, bu Allah’ın bir lütfudur. Çünkü canı istemediği halde namaz kılan kişi, Allah istediği için namaz kılmış olur ve daha ihlaslıdır. İhlas, bir işi yalnız ve yalnız Allah rızası için yapmaktır. Bir arkadaş sordu: “İsteksiz namaz kılmak, namazın sıhhatine mani midir?” “İsteksiz namaz kılmak, sevabı artırır.” dedim, arkadaş şaşırdı. “Olur mu öyle şey!” dedi. “Eğer şevkle, manevi lezzet için namaz kılsan, o şevk ve zevk için kılmış olursun. Amma canın istemediği halde kılsan, Allah için kılmış olursun.” dedim.

Bazı geceler uyanıyorum. Saate bakıyorum, imsak girmiş. Hanımdan abdest almak için yardım istiyorum. “Hanım, yakında öleceğiz!” diyorum “İyisi mi ibadet edelim.” “Nereden biliyorsun yakında öleceğini?” diyor. “Biyolojik olarak ömrü bitirdim, takvimler bunu gösteriyor.” dedim. Her namazımızı son namazımızmış gibi kılsak, namaz bize usanç vermez. Öğleni kıldım, ikindiyi düşünmem. Çünkü ikindiye çıkıp çıkmayacağımı bilmiyorum.

Hem düşünmek lazım. Yaptığımız işler namazdan daha mı kıymetli? Namazdan daha kıymetli bir iş olamaz. Mezarlıklar diyor ki, “dünyada ebediyen kalmayacaksın.” Burada ne ibadet ettiysek, ahirette onu bulacağız.

(Hekimoğlu İsmail, Aralık 2011)
Yazar: intikamcı
03-08-2014, Saat:12:22 PM
Yorum Yok
Abdülhamid'in Siyonizm'le dansı

7 Ağustos 1949 günü Tel Aviv-Kudüs yolundan bir cenaze arabası ağır ağır geçmektedir. Viyana'dan bir 'kahraman'ın kemikleri getirilmiştir.
Bir piyes yazarı ve gazeteci olmasına rağmen kendisini Siyonizm'e adamış, bir hayal kurmuştu. Ama körü körüne hareket etmemiş, çok katlı ve çok boyutlu stratejiler izlemişti. Bu uğurda kralları, bakanları, aydınları, din adamlarını, kısaca aklınıza kim gelirse onları kullanmaktan çekinmemişti. İnancı şuydu: Bir fikir iyi ve haklı ise muhakkak galip gelir.

1897'de ilk Siyonist Kongresi'ni İsviçre'nin Basel şehrinde topladı. Günlüklerine şu kâhince notu düşecekti: "Ben Yahudi Devleti'ni Basel'de kurdum. Eğer bunu bugün yüksek sesle söylersem, cümle âlem bana gülecektir. [Fakat] belki beş yıl içinde ama kesinlikle elli yıl içinde onu herkes tanıyacaktır."

Dünyada bunun kadar kesin tutturulmuş bir kehanet az bulunur.

İşte ölümünün üzerinden tam 45 yıl, 1 ay geçtikten sonra Viyana'dan getirilen kemikler, Budapeşte doğumlu bir Yahudi'ye aitti. Kudüs'te kendi adıyla anılan tepedeki siyah anıt-mezarının üzerinde İbranice yalnızca "Herzl" yazıyordu. Yani Dr. Theodor Herzl.

İşte bu Theodor Herzl, Avrupa'da zulüm görmekte olan Yahudi halkı için Filistin'den bir toprak parçası koparmak amacıyla eşiğini aşındırmıştı Yıldız Sarayı'nın.

19 Temmuz 1896'da kendisi görüşememişti ama danışman Kont Nevlinski aracılığıyla teklifini iletmeyi başarmıştı Sultan'a. Avrupalı zengin Yahudiler 20 milyon sterlin olarak tahmin ettikleri Osmanlı'nın dış borcunu ödeyecekler, buna karşılık Filistin topraklarından kendilerine bir yurtluk yer verilecekti.

Ne var ki, şen giden Nevlinski saraydan yaslı dönmüş, her şeyin bittiğini, padişahın tekliflerini bir daha işitmek istemediğini söylemişti. Abdülhamid şöyle demişti:

"Bir karış bile toprak satamam. Çünkü o bana değil, halkıma aittir. (...) Yahudiler milyonlarını saklasınlar. İmparatorluğum parçalanınca belki de Filistin'i tek kuruş ödemeden elde edeceklerdir. Fakat ancak kadavramız parçalara ayrılabilir. Vücudumuzun canlı canlı kesilip biçilmesine razı olamam." ("The Diaries of Theodor Herzl", Almancadan İngilizceye çeviren: Marvin Lowenthal, New York, 1962, The Universal Library, s. 152.)

Bir devlet başkanından toprak satmasını istemesindeki kabalığın farkına varan Herzl, yanlış yaptığını anlar; lakin işin peşini bırakmayacaktır. Planlarını suya düşüren bu sözler, Herzl'i etkilemiş ve günlüklerine şu ilginç notu düşmeyi ihmal etmemiştir: "Her ne kadar o sırada hayallerime nokta koymuş olsa da, Sultan'ın bu hakikaten yüce sözlerinden etkilenmiştim."

Sizin anlayacağınız, Abdülhamid'in mücadele ettiği adam da hamhalatın teki değil, davasına adanmış parlak zekâlardan biridir.

Herzl'in, orijinali Almanca olan günlüklerini (zira kendisi İsrail'in kurucusu sayılsa da, pek çok Siyonist gibi İbranice bilmezdi) İngilizceye kısaltarak çeviren Marvin Lowenthal, Abdülhamid'in Siyonist taleplerini reddini "superb", yani 'muhteşem' diye nitelendirirken, Herzl'in de bu ret cevabı karşısında Sultan'a duyduğu "hayranlık"a dikkat çekmektedir.

İşin esası şuydu ki, iddia ettiği gibi zengin Yahudiler Herzl'in arkasına çuvallarla para yığmış değildi; Abdülhamid de hafiyeleri vasıtasıyla bu durumu öğrenmişti. Blöf yapıyordu Herzl; Sultan da bunu biliyor ama Siyonistlerin Avrupa içinde palazlanmalarından ve kendisine yeni bir pazarlık kapısı açmalarından memnuniyet duyuyordu.

Bunun için toprak satın alma tekliflerini reddetmişti ama Herzl'in sonraki projelerini dikkate alır görünmüştü. Bu defa Herzl teklifini Osmanlı'yı kalkındırmak gibi bugünkü yabancı sermayenin getirilmesine benzer bir kılığa büründürmüştü. Avrupalı Yahudi sanayiciler Osmanlı ülkesine yatırım yapacak, ülkeyi, bu arada Filistin'i kalkındıracaklardı. Buna karşılık Yahudilerin Filistin topraklarına yerleşmesine izin verilmesini istiyorlardı.

Abdülhamid ise Siyonizm'i kullanmanın, onu reddetmekten daha fazla işine geleceğini biliyordu. Tekliflerine, kabul etmeyeceklerini bildiği bir karşı teklif getirdi: Yahudiler Osmanlı'nın 30 milyon sterlin tutarındaki dış borcunu ödemek üzere bir konsorsiyum (syndicate) kuracaklardı. Buna karşılık olarak Osmanlı topraklarına yerleşmelerine izin verilecek fakat geldikleri ülkenin vatandaşlığından çıkarak Osmanlı tebası olacaklardı. Asıl vurucu şartsa sona saklanmıştı: Yahudiler toplu olarak Filistin'e yerleşemeyecek, kitlesel yerleşmelerine izin verilmeyecek, değişik bölgelere dağıtılacaklardı; beş aile şuraya, beş aile oraya.

Herzl'in başına "him taşı" düşmüş gibi oldu. Onun bütün davası ırkdaşlarını Filistin'e yerleştirme planı üzerine kurulu değil miydi? Bunu asla kabul edemezdi. Teklif yeterince cazip gelmedi diye düşündü. Daha fazla para toplamak için döndü. Ne ki paralı Yahudiler Sultan'dan Yahudilerin göçüne izin veren resmî bir berat almadıkça kesenin ağzını açmaya yanaşmıyorlardı. Abdülhamid ise ne Filistin'e göçe izin veriyordu, ne de parayı görmeden resmî bir kabule yanaşıyordu. Mesele kilitlenmişti.

Herzl'in Abdülhamid'le görüştüğünü bildiren New York Times'ın 30 Mayıs 1901 tarihli nüshasındaki haber.

Cohn (Herzl'in günlüklerinde Abdülhamid 'Cohn' şifresiyle geçer) sıkı pazarlıkçı çıkmıştı; çok şey istiyordu ama pek az şey veriyordu. Herzl 1902 Temmuz'unda son kez geldi İstanbul'a. O da ne? Sarayın eşiğini aşındıran birileri daha vardı. Fransız Mösyö Rouvier Osmanlı maliyesini rahatlatacak tekliflerde bulunmak üzere bir toplantıdan çıkıp öbürüne giriyordu. Bunun üzerine Herzl, Filistin şartından vazgeçti, Mezopotamya'ya (Hayfa dahil) bir Yahudi göçüne resmen izin verildiği takdirde dostlarının Fransızlarınkinden daha iyi bir teklifte bulunabileceklerini bildirdi saraya.

Eskiden kendisine ümit veren saray bendegânı nedense artık yüz vermez olmuşlardı. Sözleriyle destekler görünüyor ama eylemleriyle başka yöne baktıklarını gösteriyorlardı. Sonunda Herzl, piyon olarak kullanıldığına acı bir şekilde tanık oldu. Fransızlara karşı pazarlığı kızıştırmakta kullanılmış, anlaşma yapıldığı için de artık yüzüne bakan kalmamıştı. Abdülhamid yine oyununu oynamış, Fransızları tercih etmişti.

Artık Herzl'in defterinde Osmanlı sayfası kapanıyor, İngiltere sayfası açılıyordu. Çantasını toplarken not defterine şunları yazacaktı: Türkler gün gelecek, dilenci durumuna düşecek ve dizlerime kapanıp yalvaracaklardır.

Yine de Abdülhamid'in Siyonistlere bu denli "müsait" davranmış olmasını içlerine sindiremeyenler haklı olmakla birlikte diplomatik söylem ile gerçek niyet arasındaki farkı fark etmek önemlidir. Nitekim Yahudi araştırmacı Avram Galante'nin "Abdülhamid ve Siyonizm" başlıklı makalesinde belirttiği gibi, Herzl'in görüşmesine aracılık eden İstanbul Hahambaşısı Moşe Levi'nin 3 gün sarayda bekletildikten sonra Sultan'dan yediği ağır zılgıt her şeyi açıklıyor aslında. Bende toprak satacak göz var mı? diyordu Hahambaşına. O ise, torununun Galante'ye anlattığına göre, ağlayarak Sultan'ın ayaklarına kapanıyor, yemin billah Herzl'in toprak talep edeceğini bilmediğini söylüyor, af diliyordu.

Abdülhamid'in cenazesi de bir gün törenle "Türkiye"ye getirilir mi acaba?
[Resim: VZ4JtT4.jpg?1]
Mustafa Armağan.
Yazar: intikamcı
03-08-2014, Saat:12:12 PM
Yorum Yok
 Fal Nedir?

Fal, bazı alet ve araçlarla ya da bazı yöntemlerle, içinde bulunulan zamanla veya gelecekle ilgili yorumlar yapma ve tahminlerde bulunma işidir. 

Fal Baktırmak Günah mıdır?[Resim: fMFfdwy.png?1]
Her türlü fal HARAM’dır, caiz değildir. Fal, bir çeşit gaybdan haber vermedir. Halbuki, Kur’an-ı Kerîm; gaybı, Allah’tan başka hiçbir kimsenin bilemiyeceğini, peygamberlerle melekler dahi, kendilerine vahyedilmedikçe gaybdan haber veremeyeceklerini açıkça bildirmektedir.

 Fal Baktırmak Neden Günahtır?
İslam âlimleri, kâhinlere gitmenin ve onların söylediklerine inanmanın kişinin imanına zarar vereceğini söylemektedirler. Çünkü kâhinin söylediğinin çoğu uydurma ve yalan olduğundan, ona inanıp kanan kimse hareket ve geleceğini duyduklarına göre düzenlerse, ya boş ümitlere kapılıp hayal ve düşüncelerini lüzumsuz şeylerle dolduracaktır veya verilen kötü haberler üzerine ümitsizliğe ve karamsarlığa düşecektir. Bu da kişinin manevi hayatına, hatta aile hayatına zarar verecektir.Eğlence maksadıyla fala baktırmak ya da bakmak da uygun değildir. Fal yasak bir davranış olup haram kılınmıştır. Haram olan bir hükmün şakası helal olamaz. Bu bakımdan eğlence için dahi olsa, falcıların dediklerine ve fala inanmak caiz olmaz. 

Fal İle İlgili Ayet ve Hadis-i Şerifler


“İçki, kumar, putlar ve fal okları hep şeytanın işinden olan murdar bir şeydir. O halde ondan kaçının.”| Kur’an-ı Kerim : Maide, 90

Gaybın anahtarları Allah’ın yanındadır. Başkası onu bilemez.”| Kur’an-ı Kerim : En’am, 59

“Her kim bir arrafa gidip de ona bir şey sorarsa, kırk gecelik namazı kabul olmaz”| Hadis-i Şerif – Kaynak: Müslim, Selâm, 125


“Kim bir kâhine gider, dediklerini doğrularsa; şüphesiz ki Muhammed’e indirilmiş olanı inkâr etmiş olur.”| Hadis-i Şerif : Kaynak: Ebû Dâvûd, Tıb, hadis no: 3904Peygamberimiz (a.s.m.) bir tek cümleyle ifade etmiş:
“Kâhinler bir şey değildirler.”| Hadis-i Şerif : Kaynak: Müslim, Selam 123Yani geleceği okuduklarını iddia edenlerin sözleri boş, bir değeri ve bir anlamı yoktur.

 Fala Baktıran ve Bakan Kişi Kafir Olur mu?
Eğer fala bakan kişi ben bunu biliyorum ve söylüyorum derse kafir olur. Baktıran kişi de söylenene inanırsa kafir olur. Çünkü gaybı yalnız Allahü teâlâ, bir de onun vahy ve ilham ettikleri bilir. Bu gibi kişiler bildiğini iddaa ederse dinden çıkar bunlara inanan olursa onlar da dinden çıkar. 

Falcıların Söyledikleri Neden Bazen Doğru Çıkıyor?Ama falcının dediği bazen çıkıyor” diyenler de yok değildir.
Aynı sözü bir ara bir sahabe de söylemiş, fakat Peygamberimiz ona güzel bir cevap vererek yol göstermiştir.
Bu söz cinlerindir. Cin bilgiyi kapar da dostunun kulağına tavuğun gıdaklaması gibi gıdaklar. Bu şekilde ona yüz yalandan daha fazlasını karıştırır.”| Hadis-i Şerif – Kaynak: Müslim, Selam 123Bütün falcıların doğrudan cinlerle ilişkisi var mı, yok mu, ayrı bir konu, ama falcılık dine, imana aykırı bir uygulama olduğuna ve Peygamberimizin kesin kes reddettiğine göre, olayın şeytanî yönünün olduğu şüphesizdir.Şeytan da bir cin olduğuna göre, geleceği okuduğu iddiasında bulunan, gaybdan haber vermeye kalkan falcılar şeytanın elinde bir oyuncak haline düşmüşlerdir.Hadisi şerif genel bir ölçüyü veriyor. Gerek kâhin, gerekse falcı veya medyum, tarotlar, hatta burçları okuyanlar, kendilerine hangi adı takmış olursa olsunlar, dinin izin vermediği bir konuda konuşuyor, hüküm veriyorlarsa, aynı kategoriye girerler. Söyledikleri bazen tutsa bile, bu yüz tane yalanın arasından çıkan bir doğrudur. Buna doğru demek bile su götürür. Yapanı da, yaptıranı da, inananı da tehlikeye sürükler.Birer batıl inanç ve hurafe olan falcılığı İslam dini yasaklamasına rağmen, gerek Doğu’da, gerekse Batı’da, dünyanın her yerinde, tarih boyu insanlar kendilerini bu kötü alışkanlıktan kurtaramamışlardır.İslam öncesi Cahiliye döneminde bazı fal çeşitleri vardı. Kum üzerine bazı çizgiler çizilerek bakılan bir fal türü vardı ki, buna hattü’rreml denirdi. Bunun yanında kelime ve isimlerle fal tutma, zarlarla fal açma, astrolojik fallar, koyunun kemiğine, kurbanın ciğerlerine bakarak fal açma, su falı, çay falı, kahve falı, bakla falı, kurşun dökme, tuz falı, balmumu falı, el yazısı falı gibi fal çeşitleri uygulanmıştır.Bilim adamları da falcılığın birer huzursuzluk kaynağı olduğunu ifade ederler. Özellikle aile geçimsizliklerinin ve yakın akrabalar arasında düşmanlık tohumlarının ekilmesine sebep oldukların söylüyorlar.

Mesela, Psikiyatri uzmanı Prof. Dr. İlhan Yargıç diyor ki:
“Falcılar, genellikle benzer söylemleri kullanır. Kadının kocasıyla sorunu vardır, problem aslında konuşulsa çözülebilecektir. Fakat falcı, birisinin kendisine büyü yaptığını söyler. Bu durumda kadın, tüm aile fertlerine karşı düşmanca tavır besler. Gerçekte böyle bir şey olmamasına rağmen, kehanet kendini kanıtlar ve aile ilişkileri kopar.”Bir medyumcunun itirafı da dikkat çekici, diyor ki:“Medyumluk popüler olunca bunu hobi olarak yapanlar işi ticarete döktü. İyi kötü fark etmiyor. Toplumun ruh sağlığı gerçek anlamda tehlike altında; çünkü medet bulmak için gidilen kişilerin birçoğunun kendisi problemli. Bu işi yapanların çoğunun ruh sağlığı bozuk.” (Aksiyon Dergisi, Sayı: 533)Asıl kaynağı batıl din ve inançlar olan falın dinle, imanla, Kur’an ve İslam’la uzaktan yakından bir ilgisi ve alakası yoktur.İnanan bir insan böyle batıl şeylerle aklını, kalbini ve imanını tehlikeye atmamalı, her şeyin Allah’ın elinde olduğuna inanmalı, Rabbine itimat edip güvenmeli, dua ederek O’na yalvarmalı, kadere olan inancını sağlam tutmalıdır.

 

 
Yazar: gakko
03-07-2014, Saat:10:35 AM
Yorum Yok
Facebook bedava interneti deneyecekFacebook'un internet erişimini kolaylaştırmak için güneş enerjili robot uçaklar üreten bir şirketi satın almayı planladığı öne sürüldü.

[Resim: vUquvfG.jpg?1]
Facebook'un yeni hedefi gökyüzü.  Dünyanın en büyük sosyal medya platformu Facebook, tıpkıGoogle'ın sıcak hava balonu projesi gibi, internet erişimini yaygınlaştırmak için yeni bir fikir üzerine çalışıyor.

Techcrunch sitesinin haberine göre Facebook, ABD merkezli insansız hava aracı üreten Titan Aerospace şirketini satın almayı planlıyor. Güneş enerjisiyle çalışan bu araçlar, yere inmeden 5 yıl boyunca 20 kilometre yüksekte uçabiliyor.

Facebook, henüz yapım aşamasında olan uçakları internet ağı kurmak için kullanacak. Bu sayede erişimi olmayan 5 milyar insana bağlantı götürecek. Projenin ilk olarak Afrika'da hayata geçirilmesi bekleniyor.


 
Yazar: gakko
03-06-2014, Saat:08:38 PM
Yorum Yok
ADI AYBERK AKSU.

Kendisi %98’lerde otistik bir çocuktu. Annesi ve babası o küçükken ayrıldı. Bir tek babasıyla iletişim kuruyordu. Annesi hastalığını kabullenmişti. Ona bakıcı tutulmuş, krize girmesin diye ne istiyorsa yapılıyordu. Ayberk’in aldığı eğitim onu kendi dünyasından çıkaramamıştı. Hastalığından dolayı saçına bile dokundurtmuyordu. 90 kilo civarındaydı. Ağız kaslarını kontrol edemediğinden salyası akıyordu. Yani görüntüsü hiç de iyi değildi.

[Resim: vBUGFqk.jpg?1]Babası Naciye adlı biriyle evlenmiş, yurtdışına çıkmıştı. Daha sonra Naciye Aksu,eşine Ayberk’i yanına almayı istediğini söyledi. Ayberk için yeni bir ev aldılar, yüzmeyi sevdiği için havuzluydu. Bir gün Naciye Aksu, Ayberk havuzdayken, havuza havlu attı. Ayberk gidip onu aldı ve belli bir seviyede ona geri verdi. Bunu daha uzak olarak 3 kere yaptı ve üçünde de geri getirdi. En son geitrişinde farketti ki, Ayberk ona gülümsüyordu. Naciye, onun dünyasına girmeyi başarmıştı. Otizmi araştırmaya başladı ve ödül almış bir bilim adamının aslında otistik olduğunu öğrendi. Bu onda büyük umut yarattı ve Ayberk için uğraşmaya başladı. İlk olarak ona ”ver” demeyi öğretti. Bunun için en sevdiği soslu makarnayı kullandı. Ver demeyi öğrenmesi için onu aç yatırdığı bile oldu. Ve başardı, Ayberk ”makarna ver.” dedi. eğitimi yanında onun görünüşünün de düzelmesi gerekiyordu. Sürekli ”sallanma Ayberk, ağzını kapa Ayberk” diyerek onu uyarmaya başladı. Uyarma süreleri arasındaki fark günden güne açılıyordu. Evet bunu da başarmıştı.

Yüzme yanında yürüyüş bandında da çalışmasını istedi. Ayberk başta istemedi, krize girdi. Ama Naciye Aksu, bu sefer de patates kızartmasıyla kandırarak onu banda çıkardı ve yürüyüşe başlattı. Ayberk giderek kilo veriyor ve fit bir görünüm elde ediyordu. Kendi isteğiyle berbere gitti ve saçını kestirdi. Kendine baktıkça mutlu oluyordu. Bu sırada eğitiminde ilerleme kaydederken yemeğe ilgisi olduğunu farkettiler. o geleceğin aşçısı olacaktı. 

İlerlemeler çok iyi sonuç verdi, Otizm %20’lere kadar geriledi. Ayberk artık normal bir genç gibiydi ve bir ilki gerçekleştirdi. O ilk otistik fotomodel oldu!

Anlatmaktaki amacım, bunun yayılmasını istiyorum. Çünkü ülkemizde hala otizmin tedavisi yok diye biliniyor. Otizmin tedavisi var; sevgi!
Yazar: gakko
03-06-2014, Saat:08:33 PM
Yorum Yok
 Beyaz hackerlar' geliyor

Devletin siber güvenliği 'beyaz hackerlar'a emanet edilecek.


   Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık, Türk Standardları Enstitüsü'nün (TSE) yetiştireceği ve devletin siber güvenliği için çalışma yapacak beyaz hackerların eğitimlerinin Mayıs ayında başlayacağını bildirdi.

Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Fikri Işık, siber güvenliğin artık devlet güvenliği haline geldiğini, hatta bunu da aşan durumların olduğunu söyledi.

Dijital çağın, birçok hizmetin elektronik ortamda yapılmasına fırsat verdiğini ve insanların hayatlarının çok kolaylaştığını dile getiren Işık, tüm devletlerin de dijital çağın bu nimetlerinden yararlanmak istediğini ifade etti.

Buna karşın, teknolojinin getirdiği bazı tehditler olduğuna da dikkati çeken Işık, şunları kaydetti:

"Siber saldırılar, sistemlerin çökertilmesi, bilgilerin çalınması gibi pek çok alanda tehditler oluşturuluyor. Bu tehditlerin ortadan kaldırılmasına da siber güvenlik diyoruz. Burada da dünyanın başarıyla geliştirdiği olay, hackerların sisteme zarar veren değil de sistemi koruyan hale geçirilmesi. TSE, beyaz hackerlar diyor ama iyi kalpli hackerlar da diyebiliriz bu arkadaşlara. Beyaz hackerların eğitimleri Mayıs ayında başlıyor ve bu arkadaşlarımız en kısa sürede göreve başlayacak. Bu kapsamda TSE'ye 200 kişi başvurdu. Eğitimlerini başarıyla tamamlayan ve sertifikasını alan hackerlar sisteme girecek, açıkları tespit edecek ve bu açıkların kapatılması hususunda devlete hizmet sunacak. Biz de bu hizmetin bedelini ödeyeceğiz. Yani birisi bizim sistemimizi çökertmeden, riskli yerleri tespit edip, onaracağız.

"
EĞİTİMİ BAŞARIYLA TAMALAYANLARLA SÖZLEŞME İMZALANACAK

      
Bakan Işık, TSE bünyesinde sunulacak eğitimi başarıyla tamamlayan beyaz hackerlarla sözleşme yapılacağını belirterek, "Bu hackerlar sayesinide güvenlik testi yaptıran resmi ve özel kurumlar, sistemlerindeki açıkların ve risklerin, yasa dışı sızmalar olmadan tespit edilmesi imkanına kavuşacak" diye konuştu. 
[Resim: Vw3m7dV.jpg]


 
Yazar: mevthawk
03-05-2014, Saat:01:57 PM
Yorum Yok
Çocuklarınızla Arkadaş Olmayın....

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Üstün Dökmen, çocuk ve anne baba ilişkilerinde bugüne kadar doğru bilinenlerin yanlış olduğunu ileri sürerek, "Çocuklarınızla arkadaş olmayın" dedi. 

[Resim: EhA6OLP.jpg]Özel Bursa Kültür Okulları tarafından Fethiye Kültür Merkezi’nde düzenlenen seminerde konuşan Prof. Dr. Üstün Dökmen, aile ve okulda kaliteli iletişim için yapılması gerekenleri anlattı. Dökmen, okul ve meslek seçerken çocukların kişilik özellikleri ve akademik becerileri ile kabiliyetlerinin dikkati alınmasını tavsiye etti. Çocukların duygularına saygı göstermek gerektiğini ifade eden Dökmen, çocuklara yaşına uygun sorumluluk verilmesi gerektiğini vurguladı.

"YANLIŞ DÜŞÜNCEYE SAYGI DUYULMAZ"

"Birbirimizin düşüncelerine saygılı olmalıyız" anlayışının yanlış olduğunu savunan Prof. Dr. Üstün Dökmen, "Karşı tarafın söyledikleri yanlış ise bu onun düşüncesidir. Yanlış şeye saygı duyulmaz. Sadece onun kişiliğine saygı duyarım. Çocuğunuzun, eşinizin ve arkadaşlarınızın tasvip etmediğiniz davranışlarını eleştirin. Kişilerin düşüncelerine ve davranışlarına itiraz edin ancak duygularına saygı duyun" şeklinde konuştu.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de insanların bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduklarının altını çizen Prof Dr. Üstün Dökmen, "İnsanlarda az hata, çok fikir var. Okumak için iki eli bir araya gelmeyen ülkenin iki yakası da bir araya gelmez. Alimine ve muallimine saygı göstermeyen toplumların ise geleceği olamaz" dedi.

Anne ve babalara, "Çocuğunuzla arkadaş olmayın" diyen Dökmen, "Arkadaş değil ana-baba olun. Arkadaşlıkta eşitlik var. Oysa siz onunla eşit değilsiniz, anne-babasısınız. Çocuğunuzla arkadaş olmayın. Etkili anne baba olun. Onu dinleyin. Nasihatçi değil, refakatçi olun. Çocuğunuzun hayatı boyunca pek çok arkadaşı olacak. Bırakın bir tane anne ve babası olsun" diye konuştu.

"DENGELİ OLUN"

Hayatın denge üzerine kurulduğunu belirten Üstün Dökmen, hayatı dengeli olmayan anne-babaların çocuklarının üstüne çok fazla düştüklerine dikkat çekerek, "Çocuğun üstüne düşmeyin, onunla ilgilenin. Hayatın her alanında dengeli yaşamak gerekir. Aksi takdirde harcanmayan enerjiyi çocuğa yöneltiyorsunuz. İş çok önemli olabilir ama hayatın geri kalan alanları da çok önemli" ifadelerini kaydetti.

Ailelerin çocuklarına küçük yaşta sorumluluk vermeleri gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Üstün Dökmen, "Çocuklarınıza giyinme sorumluluğu verin, yemek yeme sorumluluğu verin. Bir kaşığı ağzına yerleştiremeyen çocuk hayatta ne yapacak? Bazı konularda da seçim hürriyeti verin. Seçim yapmak zordur. Bazı şeyleri yaşayarak öğrenmesine izin verin. Çocuğunuza yapacağı şeyleri sufle etmeyin. Çocuğa istediğiniz kadar karışın. Ama bilmelisiniz ki en önemli anlarda yanında olamayacaksınız. OKS ya da ÖSS sınavına

girerken, evlilik gecesinde ya da doğum sırasında isteseniz de yanında olamayacaksınız. ’Nereye gittiğini bilen insanlara dünya çekilip yol verir’ diye bir söz vardır. Biz de nereye gittiğini bilen çocuklar yetiştirelim" tavsiyelerinde bulundu.

Ayrıca AÜ Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esin Özatalay ında benzer yazısı

Çocuklarınızla arkadaş olmayın"

Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esin Özatalay, çocuğuna arkadaş gibi davranan anne babaları uyardı. Bu durumun çocukların ruhsal, kişilik ve kimlik gelişimde sıkıntılar yaratabileceğini belirten Doç. Dr. Özatalay, "Çocuklar pek çok arkadaş bulabilir ama başka anne baba bulamazlar" dedi.

[size=14px]Son dönemlerde pek çok anne babanın çocuğuna arkadaş gibi davranmayı iyi bir şeymiş gibi görmeye başladığını belirten AÜ Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Esin Özatalay, bunun ucunun sınırsızlığa varan sonuçlar doğurabildiğine dikkati çekti.[/size]
Doç. Dr. Özatalay, "Sınırsızlık çocuklar için günümüzün en önemli tehlikelerinden biri. Aileler özgür ve demokratik olma düşüncesiyle sınırsız, kendisi ve başkalarının sınırlarını tanımayan çocuklar yetiştiriyor. Bu çok ciddi bir sorun. Her çocuğun korunmaya ihtiyacı vardır. Bebeklikteki koruma tabii ki çok daha aktif ama ergenlik dönemindeki koruma daha sınırları çizerek, kuralları belirleyerek olmalı. Eğer çocuk anne babasıyla eşit haklara sahip, aynı düzlemde olursa korunma ihtiyacı karşılanmamış olur" diye konuştu.

"Arkadaş bulunur anne baba bulunmaz"

Doç. Dr. Özatalay, anne babanın arkadaş gibi davrandığı çocuklarda "annem babam benim her istediğimi yapıyorsa, onlarla hiçbir şekilde bir sınıra ihtiyaç duymaksızın bir ilişkiye girebiliyorsam, yani annem babam benden daha güçlü değilse, o zaman beni kim koruyacak?" düşüncesinin oluştuğunu vurguladı.

Doç. Dr. Özatalay, "Bu çok ciddi bir sorun. Çocuklar arkadaşa ihtiyaç duyuyorlar, tabii ki arkadaşı olsun, sosyal becerileri gelişsin, dışarıda, okulda, mahallede, apartmanda pek çok arkadaş bulabilirler. Ama başka anne baba bulamazlar" ifadelerini kullandı.

"Çocuk sosyal ilişkilerinde sorun yaşar"

Çocukla arkadaş olunduğunda çocuğun ruhsal, kişilik ve kimlik gelişiminde sıkıntılar ortaya çıkabileceğine dikkat çeken Doç. Dr. Esin Özatalay, anne baba ile olan sınırlarını öğrenmemiş bir çocuğun kendi sınırları ile başkalarının sınırlarını da öğrenemeyeceği için sosyal ilişkilerinde ciddi sorunlar yaşayabileceğini kaydetti.

"Biz çocuğumuzla arkadaş gibiyiz", "kızımla arkadaş olayım" diyen bir annenin, ergenlik dönemindeki kızının mahremiyetini ihlal ettiğini dile getiren Doç. Dr. Özatalay şöyle devam etti:

"Bu dönemde ben 'çocuğunuzun odasına girerken kapısını çalıp izin isteyin' gibi önerilerde bulunuyorum. Bu onlara garip geliyor. Ama bu yaştaki çocuğun da kendi dünyası, kendi mahremiyeti olmalı. Anne baba hem kendi sınırlarını hem çocuğun sınırlarını tanımlamalı, çocuğuna bunları korumayı öğretmeli. Ama 'arkadaşız' dediğiniz zaman sınırlar ortadan kalkabiliyor. Bu da önemli bir risk. O çocuğun sonraki yaşantısı için bir risk."

"Anne baba çocuktan güçlü olmalı"

'Anne babanın çocuğuyla arkadaş olmamasından' kastının ille de sert olmak, bağırmak, çağırmak ya da despot olmak anlamına gelmediğini vurgulayan Doç. Dr. Özatalay, anne babanın otorite figürünün yanında, çocuğun sıkıştığı zaman sığınabileceği, yardım, destek alabileceği bir figür olması gerektiğini anlattı.

Anne babaların çocuğun yaşına, gelişimine izin verecek ve ihtiyaçlarına uygun sınırlar çizmesi ve kurallar koyması gerektiğini dile getiren Doç. Dr. Özatalay, çocukların sık sık bu sınırları ve kuralları test etme çabasında olduğunu, bu durum karşısında da ailelerin net tavır göstermesi gerektiğini söyledi.

Anne babanın çocuğa karşı otoriter davranmasının önemli olduğuna vurgu yapan Doç. Dr. Özatalay, "Otoriter derken, 'suç işledin', 'kuralları ihlal ettin' diye dövmeyi kastetmiyorum. Sakin, sabırlı ama tutarlı bir şekilde bu ihlallere izin vermeyeceklerini göstermemeliler. Anne babanın hem kendi içinde hem de birbirleriyle tutarlı olmaları lazım. Bu mutlaka sert olmayı gerektirmez" dedi.

"Basit konularda fikir sorulabilir"

Çocuğun, 'o gün hangi kıyafeti giyeceği' ya da 'yemekte var olan 3 seçenekten hangisini yiyeceği' gibi sınırlamalarla günlük hayattaki basit konularda fikrinin sorulabileceğini aktaran Doç. Dr. Özatalay, böylece çocuğun karar verme becerisinin gelişebileceğini söyledi.
 

Hoşgeldin, Ziyaretçi

Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Forumda Ara

Forum İstatistikleri

Toplam Üyeler 13
Son Üye delidumrul23
Toplam Konular 680
Toplam Yorumlar 684

Kimler Çevrimiçi

Şu anda 13 aktif kullanıcı var. Google, Yandex
(0 Üye - 11 Ziyaretçi)

Son Yazılanlar

İki Türk Askerin Birinci ...

Son Yorum: delidumrul 02-02-2025, Saat:12:45 PM
Yorum 0 Okunma 345

Arjantin'de Enflasyon

Son Yorum: delidumrul 09-20-2024, Saat:07:18 PM
Yorum 0 Okunma 728

TÜRK ESİRLERİ YUNANLILARA...

Son Yorum: delidumrul 12-01-2019, Saat:11:30 PM
Yorum 0 Okunma 2,574

Seyit Onbaşının (Kocaseyi...

Son Yorum: merve 03-04-2019, Saat:09:59 AM
Yorum 0 Okunma 2,173

Osmanlı ordusunda bir Ven...

Son Yorum: ahmetsahin 02-04-2019, Saat:12:10 AM
Yorum 0 Okunma 2,356

KAĞIT BARDAK..

Son Yorum: mevthawk 01-02-2019, Saat:06:33 PM
Yorum 0 Okunma 2,676

Başkalarının olumsuz duyg...

Son Yorum: ahmetsahin 01-02-2019, Saat:06:21 PM
Yorum 0 Okunma 3,677

Nuri Killigil: Bir Türk S...

Son Yorum: gakko 08-07-2018, Saat:05:16 PM
Yorum 0 Okunma 3,001

Çocuklarımıza Yedirdiğimi...

Forum: SAĞLIK
Son Yorum: delidumrul 03-29-2018, Saat:12:22 AM
Yorum 0 Okunma 2,566

EŞİNİ DOĞRU SEÇ

Son Yorum: delidumrul 03-26-2018, Saat:06:55 PM
Yorum 0 Okunma 2,727
Task