Skip to main content

Siber Bilgi M.

Yazar: delidumrul
08-26-2012, Saat:10:47 PM
Yorum Yok
Cimrilik ve Cimrilikle İlgili Hadisler

[Resim: cimrilikvecimriliklelgi.jpg] Sual: Cimri âlim olur mu?
CEVAP: Bilgili olmak ayrı şey, ilmi ile amel etmek ayrı şeydir. Dünyada yapılan bir iyiliğe ahirette 700, hatta daha fazla sevap verileceğine inanan kimse, cömert olmaya gayret eder. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allah katında, cömert cahil, cimri âlimden daha kıymetlidir.) [Deylemi]

(Cimrilikle iman, bir kulun kalbinde asla birlikte bulunamaz.) [Nesai]

(Cimri çok ibadet etse de, Cennete girmez. Cömert, çok günah işlese de Cehenneme girmez.) [R. Nasıhin]

Bu hadis-i şerifler müminler için söylenmiştir. Kâfir cömert de olsa Cennete giremez.

[Not: (Cimri, Cennete girmez), (Cimrilik küfürdür) gibi hadis-i şerifleri açıklaması ile birlikte okumalıdır. Açıklamasız okunursa yanlış anlamaya sebep olur. Cimrilik her ne kadar kötü ahlaktan ise de, imansızlık değildir. (Cimri, günahının cezasını çekmedikçe Cennete giremez) demektir. Hatta sevabı günahından çok gelirse, Cehenneme girmeden de Cennete gider. Affa ve şefaate uğrayarak da Cennete gidebilir.

(Cömert Cennete yakındır) hadis-i şerifi de böyledir. Yani cömerdin imanı yoksa ebedi olarak Cehennemde kalır. İmanı varsa, sevapları fazla ise Cennete gider. Ehl-i sünnete göre, iyilik eden muhakkak Cennete, kötülük eden muhakkak Cehenneme gider diye bir şey yoktur. Bir müminin günahı sevabından çok ise, affa ve şefaate de uğramamışsa, günahının cezasını çektikten sonra Cennete gider. İmanı olmayan kimsenin ise, ne yaparsa yapsın, hiçbir iyiliği onu Cehennemden kurtaramaz. (İslam Ahlakı)]

Tamah ve cimrilik
Sual: Cimrilikle tamah aynı mıdır, bunlardan kurtuluş yolu var mıdır?
CEVAP
Tamah, mal toplama, biriktirme hırsıdır. Cimrilik ise, harcanması gereken yerde para harcamaktan kaçınmaktır. Cimriliğin içinde tamah da vardır. Her hastalığın çaresi vardır. Önce hastalığı teşhis etmek gerekir! Hastalık belli olunca ona göre ilaç verilir. Allah’tan korkan, kötülük işlemekten çekinir. Tamahın kötü olduğunu bilen müslüman da bundan kaçar. Dinimizde mal sahibi olmak kötü değildir. Kur’an-ı kerimde mala hayır adı verilerek övülmüştür. [Bekara 180]
Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Mal, salih kimse için ne güzeldir.) [Taberani]

Mal, kıymetli olduğu için onu israf etmek haramdır. Süfyan-ı Sevri hazretleri, malın insanın silahı olduğunu söyleyerek, insanın canını, malını, sıhhatini, dinini, şerefini mal ile koruyacağını bildirmiştir.
Dinimiz malı böyle övmüş, fakat mal hırsını, mal sevgisini yermiştir. Zengin olmak başka, mala muhabbet başkadır. Tamah mala muhabbettir. Tamahkâr malını hayırlı işlerde kullanamaz. Mal sevgisinin kötü olduğunu bildiren hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:
(İnsan yaşlandıkça, iki şeyi gençleşir: Uzun yaşama arzusu ve mal sevgisi.) [Buhari]

(Mal ve makam sevgisinin, müminin dinine vereceği zarar, iki aç kurdun, koyun sürüsüne vereceği zarardan daha fazladır.) [Bezzar]

(Sakın tamahkâr olmayın! Tamah, fakirliğin tâ kendisidir.) [Taberani]

(Kanaat eden, en çok şükredenlerden sayılır.) [İbni Mace]

(Aza kanaat etmeyen, çok ile doymaz.) [Beyheki]

(Mal ve mevki sevgisi, suyun sebzeyi yeşertmesi gibi kalbde nifakı yeşertir.) [İ. Gazali]

(İnsanoğlunun iki dere dolusu altını olsa, üçüncüsünü isterdi. Onun gözünü ancak bir avuç toprak doyurur.) [Buhari]

(Zenginlik, mal çokluğu değil, gönül zenginliğidir.) [Buhari]

(Şüphelilerden sakınan insanların en abidi olur, kanaat eden en çok şükredenlerden sayılır, kendisi için sevdiğini başkası için de seven kâmil bir mümin olur.) [İbni Mace]

Kur’an-ı kerimde bildiriliyor ki, İbrahim aleyhisselam, (Ya Rabbi, beni ve çocuklarımı puta tapmaktan koru!) diye dua etmiştir. Puttan maksat para sevgisidir. Demek ki, parayı sevmek, puta tapmak gibidir. Bunun için (Paraya tapan helak oldu) buyuruldu. (Altın ve gümüşün kulu helak oldu. Sürçmedi, tamamen helak oldu) hadis-i şerifi, parayı çok sevenlerin akıbetini haber vermektedir. (Tirmizi)

Kanaat gibi zenginlik olmaz. (Âlim ilme, tamahkâr da mala doymaz) buyuruldu.

İnsan, genelde cimridir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(De ki, “Eğer Rabbimin rahmet hazineleri sizin olsaydı, tükenir korkusuyla yine de vermeyip cimrilik ederdiniz.” Gerçekten insan çok cimridir.) [İsra 100]

(Allah’ın ihsan ettiği mal ile cimrilik yapanlar [zekat vermeyenler] iyi yaptıklarını [zengin kalacaklarını] mı zannediyorlar? Halbuki kendilerine kötülük ediyorlar. Cimrilik edip vermedikleri o mallar, [Cehennemde azap aleti olacak, yılan şeklinde] boyunlarına dolandırılacaktır.) [A. İmran 180]

Cimriliğin zararları
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cimrilik, helak edicidir.) [Taberani]

(Allahü teâlâ, yemin ederek cimrinin Cennete girmeyeceğini bildirdi.) [Tirmizi]

(Cimri abid olsa da, Cennete girmez.) [Taberani]

(En kötü hastalık cimriliktir.) [D. Kutni]

(Cimri, öyle bir kedere boğulur ki, artık sevinç ve ferahlık yüzü görmez.) [İ. Gazali]

(Her sabah iki melekten biri, “Ya Rabbi, infak edene karşılığını ver!” diye, diğeri de, “Cimrilik edenin malını helak et!” diye dua eder.) [Buhari]

(“Hakkımın zerresinden vazgeçmem” demek cimrilik için kâfidir.) [Hakim]

(Kaybettiği dünyalığa üzülen, Cehenneme yaklaşmış olur.) [İ. Gazali]

(Ya Rabbi cimrilikten sana sığınırım.) [Müslim]

Savaşta ölen oğlu için (Vah şehidim) diye ağlayan kadına, Peygamber efendimiz, (Şehid olduğunu nereden biliyorsun? Belki boş konuşur, belki de cimri idi) buyurdu. (E. Ya’la)

Cimriliğin tedavisi
Sual: Cimrilik neden meydana gelir, tedavisi nasıldır?
CEVAP
Cimriliğin, diğer kalb hastalıkları gibi, ihlas noksanlığı, iman zayıflığı ve hatta küfürle ilgisi vardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cimrilik küfürdendir, küfrün yeri de Cehennemdir.) [Deylemi]

Kur’an-ı kerimde de kâfirlerin cimrilik ettiği bildirilmektedir:
(Cimrilik eden, hem de herkese cimriliği tavsiye eden ve kendilerine Allah’ın fazlından verdiğini gizleyen kâfirlere hor ve hakir edici bir azap hazırladık.) [Nisa 37]

Cimrilik mal sevgisinden meydana gelir. Cimriliğin sebebi, uzun yaşama ümidi ile parasız kavuşamayacağı arzularıdır. Eceline üç gün kaldığını bilse, cimriye mal vermek zor gelmez. Fakat çocukları olur, onların yaşamasını kendi yaşaması gibi kabul ederse, cimriliği yine artar. Bu bakımdan çocuklar, cimrilik sebebi olabilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Çocuk, cimrilik sebebidir.) [Hakim]

Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Mallarınız, çocuklarınız, sizin için fitnedir, imtihandır.) [Tegabün 15]

(Mallarınız ve çocuklarınız, sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın!) [Münafikun 9]

Zengin cimriler
Kimi, çok zengindir, hiç kimsesi yoktur, yaşlanmıştır, öldükten sonra, malının başkasına kalacağını da bilir. Buna rağmen, sırf mala olan sevgisinden dolayı, zekat vermez, hastalansa doktora gitmez, birkaç ilaç almakla yetinir. Hatta kendi malını yemeye bile korkar. Para, insanı ihtiyacına ulaştıran bir vasıta olduğu için sevilir. Tatlıya ulaştıran her şey tatlıdır. Cimri, tatlıyı unutmuş görünüp, tatlı alacak parayı sever.

Malı, Allah yolunda harcamak için biriktirmenin zararı olmaz. Hadis-i şerifte (İyi kimseye, malın iyisi ne güzel yakışır) buyuruldu. İyi yolda harcanmayan paranın vebali vardır. Taparcasına parayı sevmek kötüdür. Hadis-i şerifte (Altın ve gümüşün kuluna [paraya tapana] lanet olsun!) buyuruldu. (Tirmizi)

Her hastalık, sebebinin zıddı ile tedavi edilir. Nefsin çeşitli arzularından kurtulmanın, ilacı, aza kanaat ve sabırdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlânın ihsan ettiği az rızka, kanaat eden mümin, kurtuluşa ermiştir.) [Müslim]

(Kanaat tükenmez hazinedir.) [Beyheki]

(Allahü teâlâ kanaat edeni, kanaatkâr yapar.) [Taberani]

(Aza kanaat etmeyen, çok ile doymaz.) [Beyheki]
Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz.

Çocuklarının fakir kalacağı korkusunun ilacı ise, cimrilikle zengin olunamayacağını, bıraktığı malları boşa harcayabileceklerini, hatta bazen servetin kötü yollara sevk ettiğini, zengin olacaklarsa bir başka yerden buna kavuşacaklarını düşünmelidir. Her zenginin, miras sebebiyle zengin olmadığını, mirasa konanların ise, boşa harcadıklarını da bilmek gerekir. Çocukları iyi olursa, Allahü teâlânın onlara kâfi geleceğini, kötü olurlarsa, bıraktığı malları, kötü yollarda harcayacaklarını düşünmelidir!

Birçok cimrinin gafletle öldüğünü, hasret çektiğini, bıraktığı malı mirasçıların harcadığını göz önüne getirmelidir. Cimriliğin her bakımdan kötü olduğunu düşünmelidir!

Aşırı mal sevgisinin ilacı, o maldan ayrılıp uzaklaşmaktır. Faydalı işte kullanmadığımız malı, denize atıp aşırı sevgisinden kurtulmak, cimrilikle saklamaktan daha az zararlıdır. Bir malı cimrilikle saklamak, riya ile başkasına vermekten daha kötüdür.

Mal, yılan gibi, içinde hem zehir ve hem ilaç vardır. Malı kullanmayı bilmek gerekir. Yani biz malı kullanmalıyız, mal bizi kullanmamalıdır!

Cimrilik, verilmesi gerekeni vermemektir. Mesela yemeği olanın, aç komşusuna vermemesi, cimrilik olur. Cömertlik, cimrilikle israfın arasında orta yoldur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Onlar harcadıklarında, ne israf, ne de cimrilik ederler; bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar.) [Furkan 67]

Cömert miyim, cimri miyim?
Sual: Bir kimse, kendinin cömert veya cimri olduğunu bilebilir mi?
CEVAP
Bir kimseye verdiği şey zor gelmezse, cömert sayılır. Zor gelirse cömert sayılmaz. Mürüvvetin icapları ile iktifa eden, cimrilikten kurtulur. Mürüvvet, insanlık demektir.

Hazret-i Hasan da buyurdu ki: “Mürüvvet, kulun, dinini muhafaza edip nefsini korkutması, misafirini iyi karşılaması, münazaalarda, güzel davranması demektir. Ululuk ise, komşuya eziyet etmemek ve zorluklara göğüs germektir. Kerem de istemeden vermek, yerinde yemek yedirmek, saile yumuşak davranmak ve bol vermektir.”

Zekatı severek veren, kurban kesen cömerttir. Hadis-i şerifte, (Zekatını severek veren, misafirini ağırlayan, darda kalana yardım eden cimrilikten kurtulur) buyuruldu. (Taberani)

Misafir ağırlamak
Malı saçıp savurmak ne kadar kötü ise, malı korumak da o kadar mühimdir. Misafire ikram etmek ise, malı korumaktan mühimdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Misafir ağırlamayanda hayır yoktur.) [İ. Ahmed]

(En iyiniz, yemek yedireninizdir.) [Hakim]

(Allahü teâlâ, yemek yediren cömertle meleklerine övünür.) [İ. Gazali]

(Yemek sofrası misafirin önünde bulunduğu müddetçe, melekler, ev sahibine istiğfar ederler.) [Taberani]

(Arkadaşına, arzu ettiği yemeği ikram edenin günahları affolur.) [Bezzar]

Bir insanın karnını bir sefer doyurmanın bile ne kadar mühim olduğu görülüyor. Birini ömür boyu doyurmak veya öldükten sonra ebedi olarak doyurmaya sebep olmak daha büyük sevaptır. Bunu esirgemek ise çok kötüdür. Onun için, (Cimrilerin en kötüsü, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayandır) buyurulmuştur.

Her bakımdan cömert olmaya heves etmelidir! Çünkü, cimrinin malı felakete uğrar, cömert de verdikçe, fazlası ile alır. Hadis-i şerifte (Cömerdin evine rızk, devenin göğsüne vurulan bıçaktan daha tez gelir) buyuruluyor. (İbni Mace)

Yüksek tansiyonu olanın, hacamat yaptırması sağlık açısından iyidir. Kan vermekle sağlığa, yeni kana kavuştuğu gibi, misafir de rızkı ile gelir, kırk gün bereket bırakıp gider. Gerekli yerlere vermekle, cömerdin eli daralmaz. Peygamber efendimiz, yemin ederek (Sadaka vermekle mal azalmaz) buyurdu. (Tirmizi)

Şeytan ise cimriliğe teşvik eder. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Şeytan fakirlikle korkutup, size cimriliği emreder.) [Bekara 268]
Cimri, rızk için endişelenmemelidir! Her mahlukun rızkını Allahü teâlâ verir. (Her canlının rızkı Allah’a aittir.) [Hud 6]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Rızk için üzülme, takdir edilen rızk seni bulur.) [İsfehani]

(Allahü teâlâ, müminin rızkını ummadığı yerden verir.) [İbni Hibban]

Peygamber efendimize inanan, vermekle malın azalmayacağını bilen bir müslüman, nasıl olur da, şeytana uyup cimrilik edebilir? Yahya aleyhisselam, (Şeytan cimri mümini sever, fâsık da olsa, cömertten nefret eder) buyuruyor. Bişr-i hafi hazretleri de (Cimriyle karşılaşanın kalbi katılaşır) buyuruyor. Hadis-i şerifte ise (Aman cimrilikten çok sakının! Sizden öncekileri cimrilik helak etmiştir) buyuruluyor. (Müslim)

Sual: Misafire fazla ikram veya yüksünerek hizmet etmek günah mıdır?
CEVAP
Misafire ikram çok sevaptır. Misafiri nimet bilmelidir. Her nimetin bir külfet karşılığı olduğu unutulmamalıdır! Külfetsiz nimet olmaz. Elbette misafirin sıkıntısı olur. Yüksünmeden hizmet etmelidir! Misafiri ganimet bilmelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, bir kavme hayır murat ettiğinde, onlara hediye olarak misafir gönderir. Misafir, rızkı ile gelir-gider. Allahü teâlâ da ev halkını mağfiret eder.) [Ebu Nuaym]

Hak teâlânın bir hediyesi olan misafire ikram etmelidir! Misafir gelmezse üzülmelidir! Çünkü hadis-i şerifte (Misafir girmeyen eve melek de girmez) buyurulmuştur. Misafir gelmemesini istemek doğru değildir. Çünkü Peygamber efendimiz (Misafir istemeyende hayır yoktur) buyurmuştur. Misafir için fazla ikram ve külfete girmemelidir! Misafir rahatsız olur. Hadis-i şerifte, (Misafir için külfete girmeyin, misafir bundan rahatsız olur. Misafirini küstüren Allah’ı küstürmüş olur. Allah’ı küstürene de Allah buğzeder) buyurulmuştur. (İbni Lal)

İktisadın önemi
Sual: İktisat eden cimri sayılır mı?
CEVAP
Cimrilik de, israf gibi kötü huydur. Dinimiz, her işte orta yolda olmayı, iktisat etmeyi emreder. Aza kanaat eden, nafakasını kolay temin eder, geçim sıkıntısı çekmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, tok gözlü olanı zengin eder.) [Buhari]

(Müminin izzeti, insanlara karşı tok gözlü olmasıdır.) [Hakim]

(Yetecek rızka sahip olan ve Allahü teâlânın kendine verdiği rızka kanaat eden müslüman kurtulmuştur.) [Müslim]

(Kimseye muhtaç olmadan yaşayan kanaatkâr müslümana ne mutlu!) [Tirmizi]

(Müjde o kimseye ki, hidayete kavuşmuş, müslüman olmuş, maişeti de yetecek kadardır ve buna kanaat etmiştir.) [Tirmizi]

(Fakir-zengin herkes kıyamette “Keşke dünyada, geçinecek miktardan fazla malım olmasaydı” diyecektir.) [İbni Mace]

(Şüphelilerden sakın ki, insanların en abidi olasın! Kanaat et ki, en çok şükredenlerden olasın! Kendin için sevdiğini başkaları için de sev ki, hakiki mümin olasın!) [İbni Mace]

(İnsan, elindeki ihtiyacına yeterken, kendini azdıracak olan daha fazla mal ister. Aza kanaat etmez, çok ile de doymaz. Ey insanoğlu, vücudun afiyette ve günlük ihtiyacın mevcut olarak sabahlarsan, artık bu sana kâfi gelir.) [Beyheki]

Tamahtan kurtuluş yolu
Kanaatkâr kimse, iktisat da ederse, tamahkârlıktan kurtulur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İktisat eden, sıkıntı çekmez.) [Taberani]

(Kurtarıcı üç şeyden biri, varlıkta, yoklukta, zenginlikte, fakirlikte, iktisada riayet etmektir.) [Beyheki]

(İktisat etmek, maişetin yarısıdır.) [Hatib]

(Tedbirli olmak, geçimin yarısıdır.) [Deylemi]

(Geçimde iktisat etmek, peygamberliğin yirmide biridir.) [Ebu Davud]

(İktisat eden zenginleşir, israf eden fakirleşir.) [Bezzar]

Rızk için endişe
İnsan, rızk için endişeye düşüp sıkıntıya girmemelidir! Her mümin, rızkı Allah’ın verdiğine inanıp, Ona güvenmelidir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Yeryüzündeki her canlının rızkı, Allah’a aittir.) [Hud 6]

(Rabbin, rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Elbette O, kullarının her hâlini bilir. O, her şeyi çok iyi görür. Geçim endişesi ile çocuklarınızı öldürmeyin! Onların da, sizin de rızkınızı veren biziz. Onları öldürmek gerçekten büyük günahtır.) [İsra 30, 31]

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Ey insanlar, rızkınızı güzel yollardan arayın! Herkes takdir edilenden fazla rızka kavuşamaz. Takdir edilen rızka kavuşup onu yemedikçe de dünyadan göçmez. İstemese de rızkı kendine verilir.) [Hakim]

(Cebrail aleyhisselam bildirdi ki, rızkını yemeden kimse ölmez. Öyle ise Allah’tan korkun, rızkınızı güzel yollardan arayın!) [Hakim]

Peygamber efendimiz, (Eğer Allah korkusunu kendinize sermaye edinirseniz, rızkınız, ticaretsiz ve sermayesiz gelir) buyurup şu mealdeki âyet-i kerimeyi okudu: (Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve rızkını ummadığı yerden gönderir.) [Taberani- Talak 2,3]

Yalan ve cimrilik
Sual: Bir hadis-i şerifte, (Her işittiğini söylemek yalan olarak yeter. Hakkımın zerresinden vazgeçmem demek de cimrilik olarak yeter) deniyor. Her işitilen doğru olsa da mı yalan oluyor? Bir de hakkını almak, niye cimrilik oluyor?
CEVAP
Her duyduğunu söyleyen, duyduğunu yanlış anlamış olabilir, ilave çıkarma yapabilir, neticede yanlış şeyler söyler. Çok söyleyenin her sözü mubah olsa bile, malayani ile uğraşmak caiz olmaz. Onun için her işittiğini söylemek çeşitli sebepler yüzünden caiz değildir. Çok söz hakkında çok söz vardır. Birkaçı şöyledir:
Çok mal haramsız, çok söz yalansız olmaz.

Söz insanın terazisidir. Fazlası ziyandır.

Çok konuşmak dostluğu bozar.

Çok konuşanın gafı da çok olur.

Söz gümüşse sükût altındır.

Konuşmakla ilgili birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Çok konuşan çok yanılır.) [Taberani]

(Dilini tutan kurtulur.) [Tirmizi]

(Rahat isteyen sussun!) [Ebu-ş-şeyh]

(Selamet isteyen, dilini tutsun!) [İ.Ebid-dünya]

(Susmak, hikmettir.) [Deylemi]

(En makbul amel dilini tutmaktır.) [Taberani]

(Dilini tutan, şeytanı mağlup eder.) [Taberani]

(Sükût eden bir mümine yakın olun! O hikmetsiz değildir.) [İbni Mace]

(Kurtuluş için dilini tut.) [Tirmizi]

(Kişiyi Cehenneme sürükleyen dilidir.) [Tirmizi]

(Dilini tutmayan, tam imana kavuşamaz.) [Taberani]

(Çok konuşmak kalbi karartır.) [Beyheki]

(Kusurların çoğu dildendir.) [Taberani]

(En iyi şey, dilini tutmaktır.) [Taberani]

Cimrilik, verilmesi gerekeni vermemektir. Zerre haktan vazgeçmeyen kimse, nasıl gönül rahatlığı ile zekatını verebilir? Sadaka verebilir? Muhtaçlara ihsanda bulunabilir ki? Cimrilikten ve cimriliğe yol açan şeylerden sakınmalıdır. Birkaç hadis-i şerif meali:
(Cimrilik, helak edicidir.) [Taberani]

(Her sabah bir melek, “Ya Rabbi, infak edene bol karşılık ver” der, bir melek de, “Cimrilik edenin malını helak et” diye dua eder.) [Buhari]

(Allahü teâlâ katında cömert cahil, cimri âlimden daha üstündür. Çünkü cimrilik en ağır hastalıktır.) [Dare Kutni]

(Aman cimrilikten son derece sakının! Sizden öncekileri cimrilik helak etti.) [Müslim]

Demek ki çok konuşmak yalana sebep olur, hakkın zerresinin peşinde koşmak da cimriliğe yol açar.
[Resim: cimrilikvecimriliklelgi.jpg]
alıntıdır.
Yazar: delidumrul
08-26-2012, Saat:10:46 PM
Yorum Yok
Selam Vermek İle İlgili Hadisler

Selam Vermek İle İlgili Hadisler

Selam Vermek ve Almak Farzdır
1) Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Bir selam ile selamlandığınızda ondan daha iyisiyle veya aynısıyla selamı alın…”

Nisa 86

2) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Müslüman’ın Müslüman üzerindeki hakkı altıdır.’

Sahabeler:

–Onlar nedir? Ya Rasulallah! diye sordular.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

1) Ona rastladığın zaman selam ver,

2) Seni davet ederse, davetine icabet et,

3) Senden nasihat isterse ona nasihat et,

4) Hapşırınca elhamdulillah derse, ona yerhamukellah de,

5) Hastalanırsa ona hasta ziyareti yap,

6) Öldüğünde arkasından git’ buyurdu.”

Müslim 2162/4, 5, Buhari 1239

3) Cabir bin Abdullah (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

“Selam kelamdan (konuşmadan) öncedir’ buyurdu.”

Tirmizi 2841

Bir Yere Girenken veya Oradan Çıkarken Selam Vermek Farzdır
4) Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, izin almadan ve ev ahalisine selam vermeden girmeyin.”

Nur 27

5) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Biriniz, bir meclise vardığı zaman selam versin, meclisten ayrılırken de selam versin. Birinci selam sonucundan daha önemli değildir’ buyurdu.”

Ebu Davud 5208, Tirmizi 2848, Buhari Edebu’l-Müfred 1007, 1008, Ahmed

Not: Yani bir yerden çıkarken selam vermek, girerken selam vermekten daha önemlidir!

6) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Biriniz (din) kardeşiyle karşılaştığı zaman ona selam versin. Eğer aralarına bir ağaç, duvar veya (büyükçe) bir taş girer sonra da onunla karşılaşırsa ona yine selam versin.”

Ebu Davud 5200, Buhari Edebu’l-Müfred 1010

7) Enes bin Malik (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in ashabı toplu bulunurlardı da, onların (yürürlerken) karşılarına bir ağaç çıkardı. Bunlardan bir kısmı ağacın sağından ve diğer bir kısmı ağacın solundan giderdi de, karşılaştıkları zaman birbirlerine selam verirlerdi.”

Buhari Edebu’l-Müfred 1011

Muaviye ibni Kurre demiştir ki, babam Kurre bana şöyle dedi:

“Hayrını umduğun bir mecliste bulunursun da, herhangi bir ihtiyaç seni aceleyle ayrılmaya sevk ederse:

‘Selamun aleykum,’ de! Çünkü sen böyle yapmakla, o mecliste onlara isabet edecek olan hayra iştirak etmiş olursun. Herhangi bir mecliste oturan insanlar, Allah anılmadan o meclisten dağılırlarsa bir eşek leşinden dağılmış gibi olurlar.”

Buhari Edebu’l-Müfred 1009

9) Cabir (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Evine girdiğinde onlara (ev halkına) Allah katından mübarek ve temiz bir selamla selam ver!”

Buhari Edebu’l-Müfred 1095

Selam, İslam’ın En Hayırlı Ameli, Allah’a Yakınlaşma, Cennete Girme ve Müminlerin Birbirini Sevme Sebebi Yapılmıştır
10) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Nefsim elinde olana yemin olsun ki siz iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Ben size yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir iş göstereyim mi? Selamı aranızda yayın’ buyurdu.”

Müslim 54/ 93, Ebu Davud 5193, Tirmizi 2828, İbni Mace 68, Buhari Edebu’l-Müfred 980, Ahmed

11) Abdullah bin Selam (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Medine’ye geldiğinde söylediği ilk sözü şu oldu:

“Ey insanlar! Selamı yayın, yemek yedirin, insanlar uykuda iken namaz kılın ki selametle cennete giresiniz.”

Tirmizi 2603, İbni Mace 1334

12) Abdullah bin Amr (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Bir adam Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e:

–İslam’ın hangi (ameli) daha hayırlıdır? diye sordu.

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

–‘Yemek yedirmen, tanıdığına ve tanımadığına selam vermendir’ buyurdu.”

Buhari 12, Edebu’l-Müfred 1013, Müslim 39/63, Ebu Davud 5194, İbni Mace 3253, Nesei İman 12, Ahmed 2/169

13) Ebu Umame (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘İnsanların Allah’a en yakın olanı, onlara ilk önce selam verenleridir’ buyurdu.”

Ebu Davud 5197, Tirmizi 2834

14) Enes (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Selam, Allah-u Teâlâ’nın isimlerinden bir isimdir. Onu Allah (selamlaşmak için) yeryüzüne koymuştur. O halde aranızda selamı yayın’ buyurdu.”

Edebu’l-Müfred 989

15) Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem):

‘Allah Azze ve Celle Adem’i kendi suretinde yarattı. Onun uzunluğu altmış arşındır. (yaklaşık 30 metre) Adem’i yaratınca (ona):

–Git de şu topluluğa selam ver, buyurdu. Bunlar meleklerden bir cemaat olup, oturuyorlardı. Sana ne cevap vereceklerini dinle! Çünkü bu senin ve zürriyetin için selam olacaktır, dedi.

Adem’de giderek:

–Es-selamu aleykum, dedi.

Melekler:

–Es-selamu aleyke ve rahmetullah, dediler. Ve ona Allah’ın rahmeti sözünü ziyade ettiler. Cennete giren herkes Adem’in suretinde olacaktır. Şimdiye kadar insanların yaratılışı eksilmekte devam etmiştir’


[Resim: selam-vermek.jpg]
alıntıdır.
Yazar: delidumrul
08-26-2012, Saat:10:45 PM
Yorum Yok
EVDE HANIMINA YARDIMCI OLAN ERKEKLERE MÜJDELER..!

Sofuzade Seyyid Hasan Hulusi Efendi, Mecma’ul Adab isimli eserinde kocanın karısına karşı davranışlarında uyması gereken adabı anlatırken şu noktaya da dikkat çeker:

“Erkek, ev işlerinde hanımına yardım etmelidir. Nitekim bir hadis-i şerifte:

‘Bir kimsenin, karısına evde yardım etmesi Allah’ın gazabını kaldırır. Hayırlarını ve derecesini arttırır.
Evinde hizmet görüp, bundan utanmayan kimsenin adı şehitler defterine kaydedilir.
Gece ve gündüz Cenab-ı Hak ona şehit sevabı ihsan eder.
Her bir adımı başına bir hac ve bir umre sevabı verilir ve vücudunda bulunan tüylerin sayısınca cennette ona bir şehir ihsan olunur’ buyrulur.

Efendimiz (s.a.v) diğer bir hadisle de ev işlerinde karısına yardım edenlere Allah Teala’nın peygamberlerden Eyüp (a.s), Davut (a.s), Yakup (a.s) ve İsa’nın (a.s) sevapları kadar sevap ihsan edeceğini haber verir.”

(Camiu’s-Sagir, Mefatih-ül-Cinan)


[Resim: 304051_299913980022280_147421851938161_1...3418_n.jpg]
Yazar: delidumrul
08-26-2012, Saat:10:45 PM
Yorum Yok
Peygamber Efendimizin günlük hayatından çok kısa özetler

[Resim: 162494_275111322505060_275109275838598_63466_2780_t.jpg] Peygamberimizin günlük hayata dair sünnetleri
Peygamber Efendimizin Günlük Hayata Ait Sünnetleri
Peygamberimizin günlük hayata dair sünnetleri

Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Fesad-ı ümmetim zamanında kim
benim sünnetime temessük etse; yüz şehidin ecrini sevabını kazanabilir.” Bu
bize Peygamber Efendimiz ( SAV ) ‘in sünnetine uymanın ne kadar önemli
olduğunu göstermektedir.

1- ) En çok Pazartesi ve Perşembeleri oruç tutardı. Neden böyle yaptığı
Pazartesi ve Perşembe ALLAH(CC)’a sunulur.sorulduğunda da şu cevabı verirdi: ”
Ameller her pazartesi ve perşembe ALLAH(CC)’a ( c.c.) sunulur. Oruçlu iken
amelimin ALLAH(CC)’a (c.c.) arz olunmasını severim. Her Müslüman affedilir.
Ancak dargın olan kişi müstesna. Cenab-ı Hak meleklere onlar için “bunları
geri bırakın” der.

2- ) Cumartesi ve pazar günleri de umumiyetle oruç tutardı. ve şöyle derdi:
” Bu iki gün müşriklerin bayram günleridir. Onlara muhalif olmaktan
hoşlanırım.

3- ) Yüzüğü gümüştendi yüzüğü akik taşıydı.

4- ) Gözleri uyurdu lakin kalbi uyumazdı.

5- ) Ahlakı Kur’an’dı.

6- ) Umumiyetle cuma günü yıkanırdı bazen de terk ederdi.

7- ) Çocuklara karşı çok merhametliydi.

8- ) Su içtiği zaman 3 defa nefes alır üç nefeste içerdi ve ” Bu daha
mutlu daha afiyetli ve daha sağlıklıdır. ” buyurdu.

9- ) Gece kalktığı zaman ağzını misvaklardı.

10- ) Son derece merhametliydi. Birisine bir şey vaad ettiği zaman imkanı
olduğunda mutlaka o vaadini yerine getirirdi.

11- ) İçinde su içilen bir cam kasesi vardı.

12- ) Sukunu uzun gülmesi azdı.

13- ) Hİzmetçiye söyledikleri sözlerden biri de ” Bir ihtiyacın var mı? ”
idi.

14- ) Eza veren kötü huyu olmazdı. Birisinin diğeri aleyhine olan sözünü de
kabul etmezdi.

15- ) Kendisine meleklerin gelmesi ve Hz. Cebrail (as) ile konuşması
sebebiyle pırasa sarımsak soğan gibi şeyler yemezdi.

16- ) Yaslanarak yemek yemezdi. Arkasından iki kişi yürüyemezdi.

17- ) Gece ağzına misvak sürmeden kalmazdı.

18- ) Gusulden sonra abdest almazdı.

19- ) Tebbessüm etmeden kesinlikle konuşmazdı.

20- ) Ramazan Bayramında bir şey yemeden camiye çıkmazdı.

21- ) Kurban Bayramında kurban kesilmeden evvel bir şey yemezdi.

22- ) Üçten sonra sözü tekrar etmezdi.

23- ) Gece veya gündüz uyuyup da uyandığı zaman mutlaka misvak kullanırdı.

24- ) İkram edilen kokuyu geri çevirmezdi.

25- ) Biad esnasında kadınların elini tutmazdı.

26- ) Bir yudum su ile dahi olsa iftar etmeden akşam namazını kılmazdı.

27- ) Gülüşü tebessümlerden ibaretti.

28- ) Hastayı ancak üç günden sonra ziyaret ederdi.

29- ) Şu beş şeyi hiçbir zaman yanından ayırmazdı; Ayna sürme kabı tarak
misvak ve ustura.

30- ) Lamba ile kendisine aydınlık yapılmadıkça karanlık evde oturmazdı.

31- ) Bir yerden kalkarken mutlaka ” Subhaneke ALLAH(CC)ümme Rabbi vebi hamdike
la ilahe illa ente estağfiruke ve etübi ileyke” der ve şöyle buyururdu: ”
Yerinden kalkarken kim bunu söylerse mutlaka mecliste kendisinden südur eden
günahları bağışlanır.”

32- ) Hiçbir şeye hayır demezdi. Kendisinden bir şey istendiği zaman eğer
yapmak isterse evet derdi. İstemezse sükut ederdi.

33- ) Abdestini kendisi alırdı. Kimseden yardım istemezdi. Vereceği sadakayı
da bizzat kendi eliyle verirdi kimseyi bunun için rahatsız etmezdi.

34- ) Ne yemek ne de başka bir şey O’nu akşam namazından alıkoyamazdı.

35- ) Dişlerini temizlemeden uyumazdı.

36- ) Daima misvağı başucunda bulunurdu öylece uyurdu. Uyanınca hemen
onunla dişlerini fırçalardı.

37- ) Kahkaha ile gülmezdi.

38- ) Yemeğe suya üfürmezdi. Kabın içinde nefes almazdı.

39- ) Kendisinden kötü söz işiteceği kimseye yanaşmazdı. ( Buhari )

40- ) Bir vali tayin ettiği zaman ona sarığı kendi eliyle sarıp
giyindirirdi. Sarığın kuyruğunu sağ taraftan kulağa doğru sarkıtırdı.

41- ) Sarığın kuyruğunu sağ taraftan kulağa doğru sarkıtırdı.

42- ) Yanına çocuklar geldiği zaman onları tebrik eder güzel karşılar ve
onalara dua ederdi.

43- ) Hurmayı yer ve çekirdeğini tabağa atardı.

44- ) Buğday ekmeği ile hurma yerdi v ” Bunlar pek hoştur. ” derdi. (
Tayalisi )

45- ) Üzümü ağzına teker teker koyarak yerdi. ( Taberani )

46- ) Hediye edileni yerdi sadakayı yemezdi. ( İbn-i Said )

47- ) Üç parmak ile yerdi onları silmeden iyice yıkardı.

48- ) Hanımlarından biri yatıp uyumak istedikleri zaman ona 33 kere
Subhanallah 33 kere Elhamdülillah 33 kere de Allahuekber demesini
emrederdi. ( Mendi )

49- ) İnsanları birbirine bağlamak ve sevindirmek için hediyeleşmelerini
emrederdi. ( İbn-i Asakiri )

50- ) Güneş tutulduğu zaman kılınan küsuf namazında köle azad edilmesini
emrederdi.
Yazar: delidumrul
08-26-2012, Saat:10:42 PM
Yorum Yok
İHANETE UĞRAYIP ŞEHİT EDİLEN 70 HAFIZ SAHABE

Kabe'nin Rabbine yemin olsun ki biz kazandık!..

70 hafız sahabe nasıl bir ihanetle şehit edildi? Bu olay karşısında Peygamber efendimizin tepkisi ne oldu?

Necid'deki en kalabalık kabilelere reislik eden Ebu Bera, hicretin 4. senesinde Medine'ye gelerek Resûl-i Ekrem Efendimize (sas) teminatlı bir teklifte bulundu:

- Ashabının seçkin hafızlarını emrim altında bulunan kabilelere gönder, Kur'an okusunlar, putperestlikten kurtarıp İslam'a ısındırsınlar!.. Ebu Bera, Efendimiz'in isteği üzerine yerine vekil olarak bıraktığı Amir bin Tufeyl'e hitaben yazdığı bir mektubu da hizmet için gidecek olan kafilenin başkanına verilmesini istedi.

Efendimiz (sas) Hazretleri İslam'a hizmet için her türlü fedakarlığa hazır olan Ashab-ı Suffa'dan yetmiş kadar seçkin adanmış ruhlardan oluşan tebliğ heyetini Medine dışına kadar uğurlayarak özel bir ilgi gösterirken, kalbinde bir eziklik ve şüphe de hissediyordu. 'Acaba, reis Ebu Bera'nın bu mektubu bir hile olabilir mi, kabiledeki vekilince dikkate alınmaz da ashabıma bir ihanette bulunmaları söz konusu olabilir mi?' diye muhtemel bir terörden endişe duyuyordu.

Kumlu çöllerin kavurucu sıcağına rağmen yollarına Kur'an okuyup salavatlar getirerek aşk ve şevkle devam eden bu seçkin hafızlar kafilesi, nihayet yaklaştıkları kabilenin yakınındaki Maun kuyusu başında mola vererek namaz için abdest hazırlığına başladılar. Bu sırada getirdikleri mektubu da Haram bin Milhan'la reis vekiline gönderdiler.

Ancak insani niyet ve duygudan tümüyle yoksun reis vekili Amir bin Tufeyl, hiddetlenerek mektubu getiren Haram bin Milhan'ı hemen orada çektiği kılıcıyla hunharca şehit etmekten çekinmedi.

Bu yaptığının doğru olmadığını, reislerinin verdiği sözünü tutmaları gerektiğini söyleyen yanındaki kabile mensuplarına da:

- Siz gelmezseniz gelmeyin, Lat ve Uzza'nın sadık kulları olan diğer kabile mensuplarıyla gider, onlara hadlerini bildiririm, diyerek öteki aşiretlere doğru adam toplamak üzere atını öfkeyle sürdü.

Beri tarafta sıcak kumların üzerinde huşu içerisinde namazlarını kılan masum hizmet cemaati, uzaktan bir toz bulutunun kendilerine doğru geldiğini fark ettiler. Birkaç saniye içinde yaklaşan bu toz dumanın içinden silahlı müşriklerin bağrıştıklarını duydular:

- Teslim olun!..

-Biz savaşmak için gelmedik ki teslim olalım, size Kur'an okumak için geldik, bir ısrar ve isteğimiz de yoktur, karşılığını verdilerse de, makul sözleri dinleyecek vicdana da şuura da sahip değillerdi bu vahşi teröristler.

Cinayet niyetiyle yola çıkmış bu gözü dönmüş müşriklere karşı bir avuç eğitim ve öğretim görevlisi adanmış ruhlar, mukavemet edecek durumda da değillerdi. Kısa zamanda şehadet şerbetini içerek secde ettikleri sıcak kumların üzerine kılıç darbeleriyle serildiler. Son nefesini verenlerden duyulan ortak cümle hep aynı oluyordu:

-Füztü ve Rabbil'-Kabeti!.. Kabe'nin Rabb'ine yemin olsun ki biz kazandık!..

Evet, şehitler hep kazanırdı. Burada da öyle oldu. Masum şehitler yine kazandı. Bu sırada yaralılar arasında hayatta kalan tek kişi ayağa kalkarak güç bela binebildiği bir deveyle yola çıkıp Resulullah (sas) Hazretleri'ne ulaşarak hıçkırıklar içinde uğradıkları ihaneti anlattı.

Ashabının seçilmişlerinin masumca bir eğitim ve öğretim hizmeti için gittikleri yerde kalleşçe ihanete uğrayıp kılıçtan geçirilişlerini derin bir üzüntü içinde dinleyen Allah Resulü:

- Bu Ebu Bera'nın işidir. Zaten pek emin değildim.. diyerek tam kırk gün sabah namazlarını müteakip müşrik teröristler için beddua etti. Sabah namazının farzının son rekatında zalimlerin cezalarını bulmaları için Efendimiz'in yaptığı bu duygulu duası çok geçmeden etkisini gösterdi.

Kabilelerin çevrelerini kasıp kavuran şiddetli bir kuraklık sonucu hepsi de açlık, susuzluk ve salgın hastalıklardan kıvranarak can verirken, cinayetlerinin cezasını çektiklerini anlayanlar bin pişman oldular; ama bu pişmanlığın hiçbir faydası olmadı. Böylece dillerde tekrar edilen söz yine aynı oluyordu:

- Kabe'nin Rabb'ine yemin olsun ki, şehitler kazandı!..

Ağlayanlar ise boşa ağlar, ciğerlerini boşa dağlarlar. Çünkü şehitler ağlanacak halde değil, imrenilecek makamdalar.


[Resim: kabe-nin-rabbine-yemin-olsun-ki-biz-kazandik.jpg]
Yazar: delidumrul
08-26-2012, Saat:10:41 PM
Yorum Yok
VEDA HUTBESİ


(9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M. Cuma)
Peygamberimiz Hz. Muhammet (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitabetti.


Bismillahirrahmanirrahim
"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi, ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlüdür. "


Ey Nâs!

Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedî olarak bir daha berâber olamayacağım.


İnsanlar!

Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, nâmus ve şerefiniz de öylece mukaddestir; her türlü tecâvüzden masûndur.


Ashâbım!

Yarın rabbınıza kavuşacaksınız. Bugünkü her hâl ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsinler. Olabilir ki, bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak hıfzetmiş olur.


Ashâbım!

Kimin yanında bir emânet varsa, onu sâhibine versin . Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat aldığınız borcun aslını ödemek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle bundan böyle fâizcilik yasaktır. Câhiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz de Abdülmuttalib'in oğlu amcam Abbas'ın fâiz alacağıdır.


Ashâbım!

Câhiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmüttalib'in torunu (amcalarımdan Hâris'in oğlu) Rabîanın kan davasıdır.


Ey Nâs!

Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emâneti olarak aldınız. Onların nâmus ve ismetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki haklarınız, âile nâmusu ve şerefinizi kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onlar sizden izinsiz râzı olmadığınız kimseleri âile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise, örfe göre her türlü (meşru ihtiyaçlarını), yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.


Mü'minler!

Size iki emânet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emânetler, Allah'ın kitabı Kur'ân ve O'nun Peygamberinin sünnetidir.


Ey Nâs!

Devâmlı dönmekte olan zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü duruma dönmüştür. Bir yıl, l2 aydır. bunlardan 4'ü Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep hürmetli aylardır.


Ashâbım!

Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden nüfûz ve saltanatını kurma gücünü ebedî olarak kaybetmiştir. Fakat size yasakladığım bu şeyler dışında, küçük gördüğünüz şeylerde ona uyarsanız, bu da onu sevindirir. ona cesâret verir. Dininizi korumak için bunlardan da uzak kalınız.


Mü'minler!

Sözümü iyi dinleyin, iyi belleyin. Rabbınız birdir, babanız birdir. Hepiniz Âdem'densiniz, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimsenin başkaları üzerinde soy sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük, ancak takvâ iledir. Müslüman müslümanın kardeşidir. Böylece bütün müslümanlar kardeştir. Gönül hoşluğu ile kendisi vermedikçe, başkasının hakkına el uzatmak helâl değildir. Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyin. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır. Bu nasihatlarımı burada bulunanlar, bulunmayanlara tebliğ etsinler.


Ey Nâs!

Cenâb-ı Hak Kur'an da her hak sahibine hakkını vermiştir. Mirâsçı için ayrıca vasiyyet etmeye gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa, ona âittir. Zina eden için ise mahrûmiyet vardır. Babasından başkasına soy (neseb) iddiâsına kalkışan soysuz, yahut efendisinden başkasına intisâba yeltenen nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lânetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın. Cenâb-ı Hak böylesi insanların ne tevbelerini ne de adâlet ve şâhitliklerini kabûl eder.


Ashabım!

Allah'tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, malınızın zekatını verin, âmirlerinize itaat edin. Böylece Rabbınızın Cennetine girersiniz.


Ey Nâs!

Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? Ashâbı kiram:


Allah'ın dinini teblîg ettin, vazîfeni hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun, diye şehadet ederiz, dediler.

Rasûlüllah (s.a.s.) mübarek şehâdet parmağını göğe doğru kaldırdı, cemâat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa:


Şâhid ol Yâ Rab!

Şâhid ol Yâ Rab!

Şâhid ol Yâ Rab!

buyurdu.



[Resim: baslangic.jpg]
Yazar: delidumrul
08-26-2012, Saat:10:39 PM
Yorum Yok

İslam öncesi Mekke (cahiliye dönemi)

[Resim: cahiliye-devri.jpg]

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah’ın elçisi ve son peygamberi Hz. Muhammed (sav), eski dünya olarak bilinen Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarının ortasında yer alan Arabistan yarımadasının batısındaki Hicaz bölgesinde Mekke şehrinde dünyaya gelmiştir. Bu sebeple ana hatlarıyla Mekke tarihi ve bu arada Kâ‘be ve Kureyş’ten bahsetmek faydalı görülmektedir.

Mekke’nin bilinen tarihi Hz. İbrahim dönemine kadar inmekte, daha önceki tarihi hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Hz. İbrahim Allah’ın emriyle, henüz çok küçük yaşta olan oğlu Hz. İsmail’i ve annesi Hâcer’i Mekke’ye getirip bıraktıktan sonra Filistin’e dönmek üzere ayrıldı. Kur’ân-ı Kerim’de “ekin bitmeyen bir vadi” olarak nitelenen (İbrahim 14/37) Mekke vadisi çöl karakterli bir araziye sahip olup iklimi sıcak ve kuraktır. Bu sebeple anne-oğul bir süre sonra susuzluk problemi ile karşılaştılar. Dinî rivâyetlere göre su bulmak için Safa ve Merve tepeleri arasında koşturan Hacer’in, çaresiz kalıp oğlunun hayatından ümit kestiği bir sırada Yüce Allah’ın emriyle çocuğun bulunduğu yerden bir su kaynağı fışkırdı. Zemzem adını alan ve suyu bol olan kaynak nedeniyle burası kervanların konak yeri oldu. Bir süre sonra Yemen’den gelen Cürhümlüler Mekke çevresine yerleştiler. İsmail onlardan Arapça öğrendi ve bu kabileden bir kızla evlendi.

Filistin’de yaşayan Hz. İbrahim zaman zaman Hâcer ile İsmail’i ziyarete gelmekteydi. Hz. İbrahim Mekke’yi üçüncü ziyaretinde Allah’ın emri doğrultusunda oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi inşâ etmeye başladı. Kur’ân-ı Kerîm’deki bazı âyetlerden (el-Bakara 2/127; Âl-i İmrân 3/96; el-Hacc 22/26) hareketle Kâbe’nin Hz. İbrahim’den önce de var olduğu, ancak yıkılıp uzun zaman içinde yerinin kaybolduğu ve İbrahim tarafından bulunarak yeniden yapıldığı anlaşılmaktadır.1 Kurân’da Hz. İbrahim’den önce kimin tarafından inşâ edildiği hususunda herhangi bir bilgi yer almamakla birlikte bazı kaynaklarda Hz. Âdem yahut oğlu Şît tarafından yapıldığı kaydedilmektedir. Hz. İbrahim Kâbe’nin inşâsını tamamlayınca Cebrail gelip kendisine hac ibadetinin nasıl yapılacağını öğretti. O da insanları hac ibadetine davet edip oğlu ile birlikte görevini tamamladıktan sonra İsmail’i burada bırakarak Filistin’e döndü.

Mekke ve Kâbe’nin idaresi Hz. İsmail’den bir nesil sonra Cürhümlüler’in eline geçti. Önceleri Hz. İsmail’in tebliğ ettiği dini benimsemiş olan Cürhümlüler zamanla sapıklığa düştüler; çeşitli ahlâksızlıklar yanında Kâbe’ye takdim edilen hediyeleri çaldıkları gibi hac maksadıyla şehre gelenlere de kötü davranmaya başladılar. Bir süre sonra Güney Arabistan’dan göç ederek Mekke civarına gelen Huzâa kabilesi Cürhümlüler’le yaptıkları savaşta onları mağlup ederek şehirden çıkardı. Cürhümlüler Hacerülesved’i yerinden söküp bir yere gömdükten ve Zemzem Kuyusu’nu kapatıp yerini belirsiz hale getirdikten sonra tekrar ilk yurtları olan Yemen’e gittiler. İsmailoğulları ise sayılarının azlığı sebebiyle savaşta taraf olmadı ve Benî Huzâa ile anlaşarak şehirde kalmaya devam etti. Huzaalılar zamanında kabilenin ileri gelenlerinden Amr b. Luhay, Mekke ve Kâbe idaresini eline alınca tevhid geleneğini bozup şehirde putperestliğin başlamasına sebep oldu.

V. Yüzyılın ilk yarısında Hz. Peygamber’in beşinci kuşaktan dedesi Kusay b. Kilâb liderliğindeki Kureyş kabilesi, Huzâalılar’a karşı mücadele ederek Mekke yönetimini ele geçirdi. Böylece büyük şeref ve saygınlık ifade eden Kâbe hizmetleri de Kureyş’e geçmiş oldu. Kusay Mekke civarında dağınık halde yaşayan Kureyş kollarını birleştirerek Kâbe çevresinde yerleştirdi. Ayrıca gerekli düzenlemeler yaparak Mekke idaresi (Dârünnedve idaresi), başkumandanlık (kıyâde), sancaktarlık (livâ), Kâbe’nin bakımı, kapısının ve anahtarlarının muhafazası (hicâbe veya sidâne), hacılara su temini (sikâye) ve hacıları ağırlama (rifâde) hizmetlerini elinde topladı. Onun yaptırdığı Dârünnedve önemli meselelerin görüşülüp karara bağlandığı ve çeşitli törenlerin düzenlendiği bir toplantı yeri olarak İslâm dönemine kadar devam etti.

Kusay’dan sonra Mekke idaresi ve Kâbe hizmetleri onun çocukları ve torunları tarafından sürdürüldü. Kusay’ın torunu ve Hz. Peygamber’in üçüncü kuşaktan dedesi Hâşim b. Abdümenâf gerek Mekke’ye gelen hacıların gerekse Kureyş kabilesinin yiyecek ve su ihtiyacını karşılamak için çalıştı. Cömertliği ile tanınan Hâşim ile kardeşleri Muttalib, Abdüşems ve Nevfel, Bizans, Yemen, Habeşistan ve İran devletleri nezdinde ticaret antlaşmaları yaptılar. Ayrıca ticaret güzergâhı üzerindeki kabilelerle saldırmazlık antlaşmaları imzaladılar. Böylece Mekke ticareti milletlerarası bir mahiyet kazandı. Kureyşliler gerek antlaşmalar gerekse Kâbe hizmetlerini yürütmenin vermiş olduğu itibar sayesinde emniyet içerisinde kışın Yemen’e ve Habeşistan’a, yazın Suriye ve Anadolu’ya kadar ticarî amaçlı yolculuklar yapmaya başladılar. Hâşim ticaret için Suriye’ye giderken bir süre kaldığı Yesrib’de (Medine) Neccâroğulları’ndan Amr b. Zeyd’in kızı Selmâ ile evlendi. Bu evlilikten Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib (Şeybe) dünyaya geldi. Hâşim seyahatı sırasında Filistin’deki Gazze’de öldü ve oraya defnedildi. Abdülmuttalib sekiz yaşına kadar Medine’de kaldıktan sonra amcası Muttalib tarafından Mekke’ye getirildi. Abdülmuttalib’i amcası yetiştirdi ve ölümüne yakın bir zamanda kabile reisliği görevini ona devretti. Abdülmuttalib gördüğü bir rüya üzerine Cürhümlülerin Mekke’yi terkederken kapattıkları Zemzem kuyusunun yerini bularak yeniden açtı. Hacılara yiyecek ve su temini görevlerini üstlendi.

İslâm öncesinde Mekke coğrafî konumu yanında dinî ve ticarî bir merkez olmasından dolayı Bizans, İran (Sâsânî) ve Habeşistan gibi dönemin devletlerinin dikkatini çekmiştir. Habeş Krallığı’nın müstakil Yemen valisi Ebrehe Arapların Kâbe’yi ziyaretlerini engellemek üzere San‘a’da bir kilise yaptırmış, ancak amacına ulaşamayınca Kâbe’yi yıkmaya karar vermiş, şehri zaptederek dinî merkez olma özelliğini ortadan kaldırmayı ve Mekkeliler’in ticarî faaliyetlerine son vermeyi planlamıştı. Ebrehe ordusuyla birlikte Mekke yakınlarına kadar gelip konakladı. Bu sırada Kureyş’in Hâşimoğulları kolunun reisi olan Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib, Ebrehe ile görüştü ve Allah’ın evi (Beytullah) olarak bilinen Kâbe’yi sahibinin mutlaka koruyacağını ona hatırlattı. Kâbe’yi yıkmaya kararlı olan Ebrehe hücum emri verdi; ancak ordusunun önünde bulunan fil, Kâbe’ye doğru asla hareket etmediği gibi ordusu da Fîl sûresinde belirtildiğine göre (105/1-5) Allah tarafından gönderilen kuş sürülerinin attığı küçücük taşlarla helâk oldu. Bu olaya Fil Vak‘ası, meydana geldiği yıla da Fil yılı adı verilmiştir. Ebrehe’nin girişiminin başarısızlıkla sonuçlanması Araplar’ın Kâbe’ye ve hac ibadetine daha önce görülmemiş derecede değer vermeye başlamalarına yol açtı; Mekke ve Kureyş’in itibarı arttı.

Mekke Hicaz bölgesinin üç önemli şehrinin başında geliyordu (diğer ikisi Yesrib [Medine] ve Tâif). Güneyde Yemen’e, kuzeyde Akdeniz’e, doğuda Basra körfezine, batıda Kızıldeniz limanı Cidde’ye ve Afrika istikametine giden yolların kesişme noktasında bulunan Mekke ekonomik açıdan çok elverişli bir mevkide yer almaktaydı. Öte yandan Kâbe dolayısıyla şehir, Arabistan’ın dinî merkezi idi. Yılın belirli aylarında Arabistan’ın her tarafından Kâbe’yi ziyarete gelen insanlar şehrin ticarî faaliyetlerine canlılık kazandırır, panayırlar kurulur ve şiir yarışmaları yapılırdı. Coğrafî şartlar yüzünden tarıma elverişli olmayan Mekke’de ekonomik hayatın temelini ticaret oluşturmaktaydı.

Mekke’de Arabistan yarımadasının genelinde olduğu gibi putperestlik hâkimdi. Kâbe ve çevresinde sayıları 360’a ulaşan putların en büyüğü Hübel olup Kureyş’in en önemli putu idi. Bunların dışında evlerin çoğunda da put vardı. Araplar gökleri ve yeri yaratan, idare eden en yüce tanrı olarak Allah’ın varlığını kabul etmekle birlikte kendilerini Allah’a yaklaştıracağı ve O’nun katında şefaatçı olacağı düşüncesiyle putlara tapıyorlardı. Böylece sadece Allah’a kulluğu öngören tevhid inancından saparak Allah’a ortak koşmak suretiyle şirke düşmüş oluyorlardı. Öte yandan Mekke’de sayıları az olmakla birlikte Hz. İbrahim’den gelen tevhid inancına sahip Hanîfler de bulunuyordu.

ayrıca değişik bir değerlendirme ve açık bir anlatımla;

Câhiliyye; lügatte "bilgisizlik" mânâsına gelir. İlmin zıddıdır. Beyinsizliği ve hamâkati (ahmaklık) de içine alır. Genellikle Arabistan'da İslâm'ın hâkim olmasından önceki hayatı içine alır. "İslâm'ın ortaya çıkmasından önceki küfür ve sapıklık hali" anlamında kullanılır.[1]
Cahiliye, aynı zamanda Arapların İslâm'dan önceki inanç, tutum ve davranışlarını İslâmî devirdekinden ayırt etmek için kullanılan bir kavramdır. Kabalık, görgüsüzlük ve gayr-ı medenîlik anlamına da gelen bu kavram; İslâm'a uymayan her türlü inanç, söz, fiil ve davranışı ifade eder. Günah olan söz ve fiiller, kaba ve çirkin davranışlar câhiliye işidir. Kurân'da 4 çeşit "câhiliye" zikredilmiştir: Bunlar, câhiliye zannı [a], gerçeği bilmeden ileri geri konuşmak ve Allah hakkında kötü zanda bulunmak; câhiliye hükmü , Allah'ın hükmüne ters düşen hükümler; cahiliye hamiyyeti / taassubu [c], ilahî gerçeklere karşı çıkmak, hiddet, öfke ve kızgınlık göstermek, kibir ve gurur sebebiyle Allah ve Resûlü'nün emir ve yasaklarına uymamak; câhiliye teberrücü [ç], Allah ve peygamberin emirlerine uymayarak kadınların örtülmesi zorunlu olan yerlerini örtmemeleridir.[2]
Cahiliye kavramı, 15 asırdır hem günlük hayatta halkın dilinde hem de akademik camiada çok sık kullanılır. Cahiliye, Allah'a inanmama veya şirk koşma, barbarlık, vahşet, zulüm, haya noksanlığı, taassup, kabile taraftarlığı gibi dönem insanının özelliklerini nazara verir. Peygamber Efendimiz'in Hz. Bilal'e söylenen "kara kadının oğlu" sözüne, "cahiliye zihniyeti" çıkışıyla cevap vermesini de buraya ilave edebiliriz.[3]
İslâm, tam bir aydınlık ve bilgi devri olduğu için, Arabistan'da İslâmiyet'in yayılmasından önceki devre, daha dar anlamı ile Hz. İsa'dan sonra peygamberimizin gelmesine kadar geçen zamana "cahiliye" devri adı verilmiştir.[4]
Cahiliye; insanin insan iradesinin dışındaki unsurlar üzerinde toplanmasını temine çalışan, insani insana ve topluma köle yapan bir sistemin; beşeriyeti Allah'a ibadetten uzaklaştırıp, herhangi bir adla anılan beşerî sistem ve prensiplere itaate zorlayan yönetimin adidir. İnsanları, kavimlere, renklere, tarihlerinin karanlık çağı efsanelerine yönlendiren, ayrı ayrı dil farklılığı sebebiyle ümmet şuurundan uzaklaştırmaya çalışan her türlü despotizm, cahiliyenin bir görüntüsüdür.[5]
Câhiliye, "bilgisiz olmak" ile eş anlamlı görünmüş olsa da, temelde bir düşünme biçimi, bir sistem, bir yaşantı şeklidir. Kuran'ın İslâm dışı toplumların ve kişilerin tutum, davranış, yaşantı ve kurdukları sistemi tanımlamak için kullandığı bir kavramdır. Değer yargılarını, ahlâk kurallarını, inanç, düşünme ve davranış biçimlerini bünyesinde toplayan ve kendine bağlı insanların yaşayışlarına yön veren iki sistemden biri İslâm; diğeri hangi ad altında olursa olsun "câhiliye"dir. Şirk ve küfür, bu sisteme inanç ve itikat yönüyle ad olurken, câhiliye de, kabul edilen değer yargıları ve davranış biçimleri, yani sosyolojik yönüyle ad olur.

Câhiliye, "bilgisiz olmak"tır; evet, esas bilinmesi gerekeni bilmemek, yanlış bilgi sahibi olup, bilmediğini de bilmemek, hevâya, kuruntuya, zanna uymaktır. Esas bilinmesi gereken Hakk'ı hak olarak bilmemektir, câhiliye.

Câhiliye, belli bir döneme ait bir olgu değil; insan hayatında sürekli var olan dinamik ve yaşayan bir olgudur. Peygamberimizden (S.A.V.) önceki dönem câhiliye devri olduğu gibi; günümüz modern câhiliyesi de en büyük ve en ilkel câhiliyedir. Câhiliyenin, kendine göre (Allah'a dayanmayan) inanç sistemi, yaşayış biçimi, ahlâk anlayışı ve devlet görüşü vardır. Câhiliyye kelimesi, Kuran'da dört yerde geçer. Kuran'da câhiliye kelimesinin geçtiği dört âyet, câhiliyenin temel dört görünüşünü ifade eder:

İslâm'ın zıddı, câhiliyedir. (Câhiliyye, bir inanç ve yaşama biçimi olarak İslâm'ın dışındaki her türlü küfrün ortak adıdır. Küfür demektir.) İslâm'ın her parçasının karşısında mutlaka câhiliye vardır. Hz. Ömer'in (r.a) dediği gibi, "İslâm'la câhiliyeyi bilmeyenler türeyince, İslâm'ın düğümleri teker teker çözülür." İslâm tüm ayrıntılarıyla câhiliyenin karşıtıdır. Çünkü İslâm'dan her bir cüz, Allah'ın her şeyi içine alan ilminin eseridir. Ona karşı olan her düşünce ve hareket de, mutlaka câhiliyedir. Çünkü o, sınırlı insan ilminin eseridir. Üstelik insanın hevâ ve arzuları kendisine galip gelebilir; güzeli çirkin, çirkini de güzel görebilir. "Yoksa onlar câhiliye idaresini mi istiyorlar? İyi anlayışlı bir toplum için, hüküm koyma yönünden Allah'tan daha güzel kim vardır?" [d]

İnançlarda İslâm ve câhiliye vardır. İbâdetlerde İslâm ve câhiliye vardır. Ahlâkta, siyasette, öğretimde, savaş, barış ve sosyal meselelerde İslâm ve câhiliye vardır. İnsanla ilgili bütün meselelerde, bütün kanun ve kurallarda İslâm ve câhiliye vardır. İnanç ve ibâdetlerdeki câhiliye, câhiliyelerin en tehlikelisidir. Onun için Allah-u Teâlâ, sağlam itikatla beraber bazı câhiliye hareketlerinde bulunanları affeder ama, inanç ve ibâdetleri câhiliye inanç ve ibâdetleri olan kimseyi, İslâm'ın tüm ahlâkıyla ahlâklansa dahi kesinlikle affetmez. "Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Ama bunun dışında dilediğini affeder." [e]

Allah Teâlâ İslâm'ı bir bütün olarak göndermiştir. Kim tümünü alırsa, işte o Müslümandır. Kim onun bir kısmını alır ve bir kısmını almazsa, İslâm'la câhiliyeyi birbirine karıştırmış olur. "Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların cezası dünyada rezil ve rüsvay olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise azabın en şiddettılacaklardır. Allah sizin yaptıklarınızdan gafil değildir." [f]. Her Müslümanın, câhiliyenin bütün âdet ve kurallarından arınmış olması ve İslâm'ın bütününü alması gerekir.[1]
Asabiyyet-i Cahiliyye
İslâmiyet'ten evvelki câhiliyet asabiyeti. Menfi milliyet. Irkçılık, yani, aşırı derecede kendi kavim ve kabilesini koruma ve iltizam gayreti.(Asabiyyet-i cahiliye, birbirine tesanüt edip yardım eden gaflet, dalâlet, riya ve zulmetten mürekkep bir mâcundur. Bunun için menfi milliyetçiler, milliyeti mâbud ittihaz ediyorlar. Hamiyyet-i İslâmiyye ise, nur-u imândan in'ikâs edip dalgalanan bir ziyadır.[6]
Genel Bakış
Cahiliye, insanın Allah'ı gereği gibi tanımaması, ona kulluk etmekten uzaklaşması, onun ilâhî hükümlerine değil de kişinin kendi hevâ ve hevesine uyması, insanların koyduğu emir ve yasaklara, siyasî sistem ve düşüncelere inanmasıdır. Kuran-ı Kerîm'de:
«Onlar hâlâ cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Gerçeği bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim var?» [ğ]
buyrulur. İslâm'ın hakim olmadığı ortamlar cahiliye çağlarıdır. Çünkü ilâhî bilginin kaynağından yoksun olan ortamlardır. İslâm'ın gelişinden önceki dönemde yaşayan müşrikler Allah'a isyan etmiş onun hükümlerine sırt çevirmiş bir toplum olarak son derece ilkel ve cahil hayat sürüyorlardı. Cahiliye Araplarının sürdüğü hayattan ve içinde yaşadıkları ortamdan bazı örnekleri şöyle sıralamak mümkündür:
Putlara Taparlardı
Cahiliye insanları Allah'ın varlığını kabul etmekle beraber putlara taparlardı. Onlar, putlarının Allah katında kendilerine şefaatçi olacaklarına inanırlar ve: "Biz, onlara ancak bizi daha çok Allah'a yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz" [h] derlerdi.
İçki İçerlerdi
Cahiliye döneminde şarap içmek adeti, çok yaygındı. Şairleri her zaman içki ziyafetinden bahseder, içki şiirleri edebiyatlarının büyük bir kısmını teşkil ederdi. Hatta Enes b. Mâlik (r.a.)'in bildirdiğine göre İslâm'da içki, Mâide Suresi'nin doksan ve 91. ayetleriyle kesin olarak haram kılınmış, Hz. Peygamber (s.a.s) tellal bağırttırarak bunu ilân ettiğinde Medine sokaklarında sel gibi içki akmıştır.[7]
Kumar Oynarlardı
Cahiliye çağında kumar da çok yaygındı. Cahiliye Arapları, kumar oynamakla övünürlerdi. Öyle ki kumar meclislerine katılmamak, ayıp sayılırdı. Onların şairlerinden biri, karısına şöyle vasiyette bulunur:

"Ben ölürsem, sen, aciz ve konuşma bilmeyen, ki yüzlü ve kumar bilmeyen birini isteme."
Tefecilik Yaparlardı
Tefecilik almış yürümüştü. Para ve benzeri şeyleri birbirlerine borç verirler; kat kat faiz alırlardı. Borç veren kimse, borcun vadesi bitince borçluya gelir: "Borcunu ödeyecek misin, yoksa onu artırayım mı?" derdi. Onun da ödeme imkânı varsa öder, yoksa ikinci sene için iki katına, üçüncü sene için dört katına çıkarır ve artırma işlemi böylece kat kat devam ederdi. Tefecilik ve faizin her çeşidini haram kılan Allah, özellikle Arapların bu kötü âdetlerine dikkati çekerek "-Ey iman edenler! Kat kat faiz yemeyin." [ı] buyurmuştur.
Faiz Oranları Çok Büyüktü
Faizcilik, Araplar arasında o kadar yerleşmişti ki ticaretle onun arasını ayıramıyorlar; "Faiz de tıpkı alış-veriş gibi" diyorlardı. Bunun üzerine inen ayette: "Allah alış-verişi helâl, faizi ise haram kılmıştır." buyrulmuştur.
Fuhuş, Yaygındı
Cahiliye Arapları arasında fuhuş da nadir şeylerden değildi. Cariyelerini zorla fuhşa sürükleyenler vardı. Kuran-ı Kerîm'de bu hususa işaretle: "İffetli olmak isteyen cariyelerinizi fuhşa zorlamayın." [j] buyrulur.

Kocanın birkaç metresi olduğu gibi, kadının da başkalarıyla ilişkide bulunması, bazı çevrelerce nefretle karşılanmayan bir davranıştı. Fuhuşla ilgili cahiliye Araplarının şu adetlerini zikredebiliriz:

Kadın âdetinden temizlendikten sonra kocası, ona; "Şu adama git ve ondan hamile kal!" derdi. Kadın, istenilen adamla beraber olduktan sonra kocası hamileliği belli oluncaya kadar ona yaklaşmazdı. Sonra yaklaşabilirdi. Bu, iyi bir çocuğa sahip olmak için yapılırdı.

Sayıları 3 ila 10 arasında değişen bir grup erkek kadının evine girerek, sırasıyla hepsi de onunla cinsi münasebette bulunurdu. Kadın, hamile kalıp da doğum yaparsa; doğumdan bir kaç gün sonra bu erkekleri çağırır, erkekler de zorunlu olarak bu davete iştirak ederlerdi. Sonra onlara: "Olanları biliyorsunuz, doğum yaptım" içlerinden birine işaret ederek; "Çocuğun babası sensin." derdi. O da bundan kaçınamazdı.

Bazı fuhuş yapan kadınlar da tanınmaları için kapılarına bayrak asarlardı. Bu tür kadınlardan biri doğum yaptığı zaman teşhis heyeti toplanıp çocuğun kime ait olduğunu tespit ederdi. O da çocuğun babası olduğunu kabul etmek zorunda kalırdı.[8]

Kadına değer verilmez, hak ve hukuku tanınmaz, adeta bir eşya gibi telakki edilip miras alınırdı. Biri ölüp karısı dul kalınca ölenin varislerinden gözü açık biri hemen elbisesini kadının üzerine atardı. Kadın daha önce kaçıp bu halden kurtulamazsa artık onun olurdu. Dilerse mehirsiz olarak onunla evlenir, dilerse onu bir başkasıyla evlendirerek mihrini almaya hak kazanır ve kadına bundan bir şey vermezdi. Dilerse, kocasından kendisine kalan mirası elinden almak için onu evlenmekten menederdi. Bunun üzerine inen ayette: "Ey inananlar! Kadınlara zorla mirasçı olmaya kalkmanız size helâl değildir." [k] buyrulmuştur.[9]

Yiyeceklerin bazısı yalnız erkeklere ait olup kadınlara yasak ediliyordu. "Onlar: Bu hayvanların karınlarında olan yavrular yalnız erkeklerimize mahsus olup, eşlerimize yasaktır. Ölü doğacak olursa hepsi ona ortak olur" dediler.[l]
Yeni Doğan Kız Çocuklarını Diri Diri Toprağa Gömerlerdi
Cahiliye Arapları'nın kötü adetlerinden biri de kız çocuklarını diri diri toprağa gömmeleriydi. Onlar bunu namuslarını korumak veya ar telakki ettikleri için, bazıları da sakat ve çirkin olarak doğduklarından yapıyorlardı. Kuran-ı Kerîm'de şu ayetlerde buna işaret edilir: "Onlardan birine Rahman olan Allah'a isnat ettikleri bir kız evlat müjdelense içi öfkeyle dolarak yüzü simsiyah kesilirdi." [m], "Diri diri toprağa gömülen kız çocuğunun hangi suçla öldürüldüğü sorulduğu zaman..." (Tekvir, 81/8-9), "Ortak koştukları Şeyler müşriklerden çoğuna çocuklarını öldürmeyi süslü gösterirdi." [n]

Ekin ve hayvanlarını iki kısma ayırıyor bir kısmını Allah'ın böyle emrettiğini sanarak Allah'a veriyor ve bir kısmını da Allah'a eş koştukları putlarına ayırıyorlardı. Onlar, bu batıl inanç ve adetlerinde biraz daha ileri giderek Allah'ın payına düşeni alıyorlar, onu eş koştukları putların payına ekliyorlardı. Ama putlarının payından alıp öbürüne ilâve ettikleri görülmüyordu.
«Allah'ın yarattığı ekin ve hayvanlardan O'na pay ayırdılar ve kendi iddialarına göre: "Bu Allah'ındır, Şu da ortak koştuklarımızındır" dediler. Ortakları için ayırdıkları Allah için verilmezdi. Fakat Allah için ayırdıkları ortakları için verilirdi. Bu hükümleri ne kötüydü!» [o]

Bir kısım hayvanlarla ekinlerin bazısını dilediklerinden başkasına yasaklıyorlardı. Ayrıca bir kısım hayvanlara binerken ve keserken Allah'ın adının anılmasına engel oluyorlardı.[ö]

Bunun dışında hayvanlarla ilgili şu adetleri de vardı:

Deve beş batın doğurup beşincisinde erkek doğurursa kulağını çentip serbest bırakırlardı. Artık ona binmeyi ve sütünü sağmayı haram kabul ederlerdi. Buna "Bahîra" derlerdi.

Saibe; dileği yerine gelen kimsenin putlara adadığı deve idi. Buna da binilmez ve sütü sağılmazdı.

Vasîle; koyun dişi doğurursa kendileri için; erkek doğurursa putları için olurdu. Şayet biri erkek, biri dişi olmak üzere ikiz doğurursa, dişinin hatırı için erkeği de kesmezler ve buna "Vasîle" derlerdi.

Hâm; bir erkek devenin soyundan on döl alınırsa onun sırtı haram sayılır, su ve otlakta serbest bırakılırdı. Kimse ona dokunmazdı.

Bütün bunlardan başka müşrikler atalarından devraldıkları birtakım adetleri devam ettirme konusunda direniyor ve hatta bunların bazılarının, kendilerini Allah (c.c.)'a daha çok yaklaştırdıklarını ileri sürüyorlardı.

İbn İshak, şunları aktarıyor:
Kureyş, ya Fil olayından evvel veya daha sonra meydana geldiğini tahmin ettiğim bir bidat ortaya çıkardı ki, tarihte (Hums) diye anılıp, asalet-i diniye iddiasından ibarettir. Bunlar: "Biz, İbrahim'in evladıyız, ehl-i Harem biziz, Beyt'in sahibiyiz, Mekke'nin de sâkini bulunuyoruz. Arap kabilelerinden hiçbir kabîle, bizim sahip olduğumuz bu şeref ve itibara sahip değildir. Binaenaleyh biz, bu müstesna mevkiimizin şeref ve itibarını korumalıyız. Bundan sonra Harem haricinde hiçbir şeye tazim etmeyip bütün ihtiramatımızı Harem dahilinde hasretmeliyiz. Meselâ, Arafat'ta halk ile bir sırada, yan yana, omuz omuza durup vakfe etmek, sonra halk ile geri dönüp gelmek bizim kadrimizi tenzil eder" diyorlardı.

Kureyşliler bu asalet fikrini ortaya koydu ve uygulamaya da başladı. Arafat'a çıkmayı, Arafat'tan ifazâyı terk ettiler. Herkes Arafat'ta vakfe ederken, bunlar Müzdelife'ye giderler, orada dururlardı. Ve "Biz ehlullahız, Harem-i Şerif'in hâdimleriyiz" diyerek, diğerleriyle eşitliği kabul etmezlerdi. Fakat bunlar, Arafat'ta vakfe etmenin İbrahim (a.s.)'in dini muktezası olduğunu biliyorlardı. Kinâne ile Hüzâaoğuları da bu hususta Kureyş'e iltihak etmişlerdi.

Bunlar, hac için, umre için gelen bedevîlere müdahaleye kadar ileri gitmişlerdir. Harem hâricinden gelen herkesin, Beyt'in ilk tavafı Siyab-ı Hums ile tavaf etmelerini kararlaştırdılar ve uyguladılar. Bu kararın neticelerinden biri: Kim ki adi bir elbise ile gelip tavaf ederse, tavaftan sonra o elbiseyi çıkarıp atması zarûrî idi.

Bu kararların ikinci neticesi ise; asilzadelere mahsus bir elbisesi olmayan bedevî erkeklerin çıplak; kadınların da yalnız önü yırtmaçlı kısa iç gömleği ile tavafa mecbur edilmesidir.

Bu ve bunun gibi pek çok âdetler yürürlükte idi. Resûlullah (s.a.s)'a iletilinceye kadar da bu âdetler yürürlükte kalmaya devam etti. Daha sonra da Arâf suresinin 26, 27, 28, 31 ve 32. ayetlerinde, çıplak tavaf ile birlikte diğer bidatler de yasaklanmıştır.

Ebû Hüreyre (r.a.)'den gelen bir rivayete göre, Ebû Bekr es-Sıddık (r.a.) Vedâ Hacc'ından (bir sene) evvel, Hz. peygamber tarafından Hac Emîri olarak (Mekke'ye) gönderildiğinde, Ebû Bekr de Ebû Hureyre'yi Kurban Bayramı'nın ilk günü Mina'da büyük bir cemaat içinde halka (şu iki maddeyi) ilâna memur kılmıştır. (Ebu Hüreyre): "Ey Nas! İyi biliniz, bu yıldan sonra müşriklerin haccetmeleri, çıplakların da Kâbe'yi tavaf etmeleri yasaktır." demiştir.[10] Fakat onlar bunu kabule yanaşmamışlar, atalarını körü körüne taklide çalışmışlardır. "Onlara: Allah'ın indirdiğine ve peygambere gelin dendiği zaman: Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter' derler. Alaları bir şey bilmeyen ve doğru yolu da bulamayan kimseler olsalar da mı?" [p] İslâm, topluma hakim olunca bütün bu cahilî sistemin ilkel davranışlarını tamamen yasaklamıştır".[r]

Bütün bunlara baktığımızda, Cahiliye'nin bir "inanma biçimi" olduğunu görüyoruz. Cahiliyye; bir şeyi gerçeği dışında bilmek, anlamak ve buna göre amel etmek demektir. Bu duruma göre Cahiliyye; insanın ve toplumun İslâm öncesi ve İslâm dışı bir yaşayış biçimiyle yaşaması demektir. Doğru yolun zıddı, ilmin aksi olan, eskiyen ve değişken olan, bölgelere, kavimlere ve anlayışlara göre kurulan her türlü İslâm dışı rejimler; cahilî sistemler ve hükümlerdir.

Cahiliyye; insanın insan iradesinin dışındaki unsurlar üzerinde toplanmasını temine çalışan, insanı insana ve topluma köle yapan bir sistemin; beşeriyeti Allah'a ibadetten uzaklaştırıp, herhangi bir adla anılan beşerî sistem ve prensiplere itaate zorlayan yönetimin adıdır. İnsanları, kavimlere, renklere, tarihlerinin karanlık çağı efsanelerine yönlendiren, ayrı ayrı dil farklılığı sebebiyle ümmet şuurundan uzaklaştırmaya çalışan her türlü despotizm, cahiliyenin bir görüntüsüdür. Kısaca cahiliye, Allah'ın hükmünden başka hüküm arayan ve Allah'ın hükmünden başka hükme rıza gösterenlerin tavrı, hayat biçimi ve sistemidir.[4]
Cahiliye Döneminde Kadın
Arap ailesi; koca, eş veya eşler, çocuklar ve cariyelerden oluşmaktadır. Elbette bunlar arasında özellikle çocuklardan ya da torunlardan evli olan çiftler de bulunmaktadır. Bu yönüyle Arap aile yapısı, önceki toplumların aile yapısına benzemektedir.

Cahiliye evlenmelerinde kadınla erkeği birbirine bağlayan nikah, dînî bir mahiyete hâiz olmadığından kadın, ancak çocuk doğurduktan sonra aileye dahil edilirdi. Bundan dolayı bir kadın çocuk doğurmadan önce ölürse kocası taziye edilmezdi. Çocuksuz kadın diyet vermeye mahkum olursa bu diyeti kocası değil, kadının mensup olduğu aile topluluğu verirdi. Araplar, yalnız bu aile topluluğu akrabalığına önem verdiklerinden evlenme yolu ile ortaya çıkan akrabalığın önemi yoktu. Bu nedenle bir baba ölürse oğulları, üvey anneleri ile evlenebilirlerdi.

İslam öncesi aile yapısı, köklü temellerden yoksun görünmektedir. Sebebi ise, o dönemde kadınlara ve kız çocuklarına itibar edilmemesi, değer verilmemesidir. Araplarda hakim olan evlenme çeşidi, erkeğin kendi kabilesi veya aşiretinden bir kadınla evlenmesidir. Daha çok amca kızlarıyla evlenmenin revaçta olduğu müşahede edilmektedir. Ancak bu, kabilesinin dışındaki kızlarla evlenmesine engel değildir. Kendi kabilesinin dışında birisi ile evlendiğinde eşi artık kendi kabilesine katılmış sayılırdı. Bu dönemde erkek, kadın üzerinde otoriter ve hakimiyet sahibidir. Yabancı kabileden yapılan evlilikte kadına, ailesiyle birlikte belirlenen mehir verilir. Bu normal bir evliliktir. Bunun dışında bir de genelde bir başka kabileyle yaptıkları savaşta elde ettikleri esirlerle evlilik yapılırdı.

Kaynaklar, Arapların başka tür evliliklerinin de bulunduğunu bildirmektedir. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:
İslam'ın bazı şartlarla devam ettirdiği evlilik. Buna göre bir erkek, veli veya babasından kızı ister, muayyen bir mehir karşılığında onunla evlenirdi.
Trampa şeklinde evlilik. İki kişi kızlarını veya velisi bulundukları kadınları ve kızları mehirsiz olarak değişirdi. İslam, bu tür evliliği yasaklamıştır.
Analıkla evlenmek. Ölen kişinin başka kadından olan en büyük oğlu analığını mehirsiz olarak alabilirdi.
İki kız kardeş ile birlikte ve sınırsız olarak birden fazla kadınla evlenmek. İslam, birincisini men ederken, ikincisini de bir takım şartlara bağlamıştır.
Burada biz bunlar hakkında tafsilatlı bilgi vermeyeceğiz. Ancak şu kadar var ki, bu tür evlilikler oldukça azdır. Toplumsal ilerleme olarak da tabir edebileceğimiz İslam öncesi dönemde hakim olan evlilik, erkeğin sınırsız olarak dilediği kadın veya kadınlarla evlenmesi şeklinde idi. Bu durumda boşama, erkeğin elindeydi ve istediğinde onu ailesine geri gönderebiliyordu.

Bütün bunlara rağmen kadın, bazı medenî kabilelerde saygınlığını elde etmiş ve korumuştur. Genellikle baba, bu tür kabilelerde kızıyla evlilik öncesinde istişare eder ve onun fikrini almaya özen gösterirdi. Belirtildiğine göre Hâris b. Avf, Evs b. Hârise?den kızına talip olduğunda Evs, kızıyla konuyu görüşmüş ve ona göre karar vermiştir. Isfahânî'nin aktardığına göre kadın, istediği erkeği seçme ve istediği zaman da boşama hakkına sahipti. Yine Isfahânî'nin belirttiğine göre ilginç bir boşama metodu bulunmaktadır. Buna göre: Kadınlar sayaçtan bir evde oturuyorlardı. Eğer evin kapısı doğu yönünde ise, onu batı yönüne çevirirler, eğer Yemen yönündeyse Şam tarafına çevirirlerdi. Bundan erkek, artık kendisinin boşandığını anlardı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, cahiliye döneminde bazı kadınların elde ettikleri bu durum, yaygın olmamış aksine konum ve itibar sahibi kabilelerde söz konusu olmuştur.

Cahiliyye döneminde yaygın olan adetlerden biri de, kız çocuklarını diri diri toprağa gömme adetidir. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömme adetinin, kadını küçük görmenin yanında çeşitli nedenleri vardı: Birinci neden, ekonomik idi. Çünkü fakirlikten ötürü aile fertlerinin az olması isteniyordu ve erkek çocuklar büyüdükten sonra aile bütçesine katkıda bulunurlar ümidiyle yetiştiriliyorlardı. Fakat kız çocuklar büyüdükten sonra evlenecekleri için daha küçük yaşta öldürülüyorlardı. İkinci neden ise, genel kargaşa ile kabileler arasındaki sürekli savaş idi. Erkek çocuklara, büyüdüklerinde savaş zamanlarında yararlı olmalarından dolayı önem veriliyordu. Oysa kız çocukları savaş zamanlarında bir işe yaramadıkları gibi, ayrıca korunmaları da gerekiyordu. Üçüncüsü, Arap kabileleri birbirlerine hiç bir haber vermeden savaş açarlar ve esir aldıkları kızları ya pazarlarda satarlar ya da kendileri cariye olarak kullanırlardı. İşte bu nedenlerden dolayı kız çocuklarını daha küçükken öldürüyorlardı. İslam, cahiliye adeti olan bu adeti yermiş ve kesinlikle yasaklamıştır.

Cahiliye döneminde genelde orta ve aşağı tabakalarda kadının hiç bir önemi ve rolü yoktu. Bu durum, zaten doğuşta başlıyordu. Bir adamın erkek çocuğu dünyaya gelirse, sevinir, şenlik yapar; kız çocuğu doğarsa utanır ve bir suç işlemiş konuma düşerdi. Özellikle aşağı tabakalarda kadının kocası yanındaki değeri, onun, mülkiyetinde olan malların değerinden fazla değildi. Bu dönemde Arap erkeği, adet zamanlarında bir kadınla bir odada oturmazdı. Onlarla birlikte yiyip içmezdi, hatta bazen adet gören kadın geçici olarak evden bile çıkarılabilirdi. Kadınlar herhangi bir sebeple boşandığında, onlara eziyet olsun diye onun bir başkasıyla evlenmesine engel olunurdu. Kocanın ölümünden sonra kadınlar, tam bir yıl matem tutarlar ve iddet beklerlerdi. İslam bu süreyi üç ay ile sınırladı. Genelde durumları bu olan kadının göçebe hayatında görevleri oldukça fazlaydı. Çadırda çocuklara bakmak, develeri veya davarları sağmak, hurma lifinden hasır, deve tüyünden giyecek ve çadır örmek gibi daha pek çok iş, kadınlara aitti. Bunların dışında savaş sırasında savaşçılara su taşımak, şiirler söyleyerek onları cesaretlendirmek, yaralıları tedavi etmek de kadınların görevleri arasındaydı. Bütün bunlar, yine de kadına önemli bir hak kazandırmazdı.

Şehirlerdeki cariyelerin durumları, daha kötü idi. Bazı cariyelerin sahipleri, onları fuhşa sevk eder, kazandıkları paraları ellerinden alırlardı. Kadının namusuna saygı göstermek, çöldeki göçebe hayatında, şehirlerdeki yerleşik hayattan daha fazla idi. İslam, cariyelerini fuhşa zorlama uygulamasına ile son verdi.

Bütün bunlarla birlikte asil ve zengin kimselerin kızları ve karıları (sosyete) bir şahsiyete sahip olup itibarlı sayılırlardı. Cahiliye döneminde kadınlar, miras alma hakkına da sahip değillerdi. Erkekler, hiç bir sınır tanımaksızın istedikleri kadar kadınla evlenebiliyorlardı. Bu durum muhakkak ki, ailenin erkek evladını çoğaltmak ve düşmanlara karşı kuvvetli olmak arzu ve ihtiyacından doğmaktaydı. İslam, bu sınırsız evlenmeyi yasaklayıp, dört kadınla sınırlamıştır.

Cahiliye döneminde bir baba kızını, onun isteyip istemediğine, isteyenin çok yaşlı olup olmadığına bakmadan istediği erkeğe verebilirdi. Aynı zamanda iki kız kardeş ile evlenmek, Arapların adeti idi. İslam, bunu da kesinlikle yasaklamıştır.

Arapların nikah hususunda yaptıkları en kötü şeylerden biri de, üvey anneleriyle evlenmeleri idi. Bir Arap, karısını boşar veya ölürse, bu adamın büyük oğlu bu kadınla evlenmek istediği zaman elbisesini o kadının üzerine atar ve mehir vermeden o kadınla evlenirdi. İslam, bunu da yasaklamıştır.

İslam geldiğinde cahiliye adetlerinden hoş olmayanları kaldırdı ve yerine akla dayalı çözümler getirdi. Ailenin artık sınırlarını belirledi. Meşrû olmayan evlilik çeşitlerini iptal etti. Cahiliye döneminde bazı haklardan men edilen kadına hukûkî, sosyal vs. haklarını iade etti. Eş sınırlamasına gitti.

İslam'ın öğretileri, fertleri arasında karşılıklı sevgi ve istikrarın sağlanması ve temellerini barışın oluşturduğu bir yuva kurmaya yönelikti. Bu, ayette de açıkça ortaya konulmaktadır: "Sizin için kendinizden sükunet bulacağınız eşler yaratıp sevgi ve merhamet peyda etmesi Allah'ın ayetlerindendir..." [11]
Sonraki Sayfa >>
Kaynaklar
[1] www.ayetler.com/datakavramlarcahiliye.htm
[2] www.diyanet.gov.tr/yayin/basiliyayin/ydinikavramlaryazdir.asp?id=228
[3] Ahmet Kurucan, "Cahilkiyye Cehaleti", Zaman Gazetesi, 1 Ekim 2009, Perşembe.
[4] Şamil İslam Ansiklopedisi, "Cahiliye" maddesi.
[5] www.enfal.de/itarih02.htm
[6] sozluk.ihya.org/osmanlica-turkce-sozluk/asabiyyet-i-cahiliye.html
[7] Müslim, "Eşribe", 3.
[8] Buhârî, "Nikah", 36
[9] Şevkânî, "Fethu'l-Kadir", I, 440
[10] Sahîh-i Buhâri, Tecrit-i Sarih Tercümesi, VI,13
[11] Yrd. Doç. Dr. Ali Aksu, "Cahiliyye Döneminde Kadın", www.hanimlar.com/index.php?oku=59
[12] Dr. Nihal Şahin Utku, "İslam Öncesi Dönemde Arabistan", www.sonpeygamber.info/tr/tr/tarihi-ve-sosyo-kulturel-cevre/islam-oncesi-donemde-arabistan-3.html
[13] www.hicretonline.com/Elmali Tefsiri2/53-Necm/19-22. Ayet.htm
[14] , Anthony E. Smith, "Allat". Encyclopedia Mythica.
[15] "Arabian religion." Encyclopædia Britannica. 2007. Encyclopædia Britannica Online.
[16] tr.wikipedia.org/wiki/Lat
[17] tr.wikipedia.org/wiki/El-Menât
[18] N.A. Faris 1952, s. 16-23
[19] tr.wikipedia.org/wiki/El-Uzzâ
[20] Tavil 1993
alıntıdır...

Hoşgeldin, Ziyaretçi

Sitemizden yararlanabilmek için kayıt olmalısınız.

Forumda Ara

Forum İstatistikleri

Toplam Üyeler 13
Son Üye delidumrul23
Toplam Konular 680
Toplam Yorumlar 684

Kimler Çevrimiçi

Şu anda 5 aktif kullanıcı var.
(0 Üye - 5 Ziyaretçi)

Son Yazılanlar

İki Türk Askerin Birinci ...

Son Yorum: delidumrul 02-02-2025, Saat:12:45 PM
Yorum 0 Okunma 326

Arjantin'de Enflasyon

Son Yorum: delidumrul 09-20-2024, Saat:07:18 PM
Yorum 0 Okunma 700

TÜRK ESİRLERİ YUNANLILARA...

Son Yorum: delidumrul 12-01-2019, Saat:11:30 PM
Yorum 0 Okunma 2,567

Seyit Onbaşının (Kocaseyi...

Son Yorum: merve 03-04-2019, Saat:09:59 AM
Yorum 0 Okunma 2,169

Osmanlı ordusunda bir Ven...

Son Yorum: ahmetsahin 02-04-2019, Saat:12:10 AM
Yorum 0 Okunma 2,353

KAĞIT BARDAK..

Son Yorum: mevthawk 01-02-2019, Saat:06:33 PM
Yorum 0 Okunma 2,668

Başkalarının olumsuz duyg...

Son Yorum: ahmetsahin 01-02-2019, Saat:06:21 PM
Yorum 0 Okunma 3,659

Nuri Killigil: Bir Türk S...

Son Yorum: gakko 08-07-2018, Saat:05:16 PM
Yorum 0 Okunma 2,998

Çocuklarımıza Yedirdiğimi...

Forum: SAĞLIK
Son Yorum: delidumrul 03-29-2018, Saat:12:22 AM
Yorum 0 Okunma 2,562

EŞİNİ DOĞRU SEÇ

Son Yorum: delidumrul 03-26-2018, Saat:06:55 PM
Yorum 0 Okunma 2,721
Task