Skip to main content

Siber Bilgi M.

Osmanlı, Kutsal yerleri korumasız bırakmadı

Konu

#1
Birinci Dünya Savaşında, 1915’te Çanakkale ve 1916’da Irak cephesinde Kut’ül-Amare zaferleri ile Osmanlı, İngiliz gururuna önemli darbeler indirmişti. Fakat Mart 1917’de Irak cephesinde ve Ekim 1917’den başlayarak Filistin cephesinde İngilizlerle yapılan

Osmanlının başarısız iki Kanal Seferinden sonra İngilizler Sina Çölünü kontrol altına alarak Filistin’e dayanmıştı. Türkler Gazze-Birüssebi hattında savunmaya geçerek Mart ve Nisan 1917’deki 2 büyük İngiliz saldırısını püskürtmeyi başarmıştı. Ancak İngilizler olağanüstü insan, cephane ve malzeme yardımı alarak bu hatta direnmeye çalışan Osmanlıları 1917 sonunda yenmeyi ve 40 gün süren muharebe ve takip sonunda 9 Aralık 1917’de Kudüs’e girmeyi başarmıştı. Mısır Seferi Kuvveti Kumandanı General E.H.H. Allenby, 11 Aralık 1917’de resmî bir törenle şehre girdi. Törende Kudüs hakkında uygulanacak genel İngiliz politikası bir beyanname ile çeşitli dillerde açıklandı.

Almanya ile Osmanlı Devleti arasında 2 Ağustos 1914’te bir ittifak anlaşması yapılmıştı. Hemen ardından 10 Ağustos 1914’te Alman Genelkurmay Başkanı von Moltke Enver Paşa’ya gönderdiği yazıda, Osmanlıların üzerine mümkün olduğu kadar çok Rus ve İngiliz kuvvetlerini çekmesi, enerjik bir çabayla İslam ihtilalini gerçekleştirmesi, bu amaçla Kafkasya’ya karşı harekete geçilmesi, özellikle Mısır’a karşı bir sefer yapılması ve Avusturya’nın yükünü hafifletmek için mümkün olduğu kadar çabuk savaşa katılmasını istemişti1. Bu doğrultuda Türkler, yapılan hazırlıkların ardından İngilizlere karşı Birinci Kanal Seferi’ni düzenlemişti. Sefer başarısız olmuş ve yeni bir sefer hazırlıklarına başlanmıştı. Çanakkale Cephesi’nin açılması ve 1915 yılı sonuna kadar sürmesi, Mısır’a karşı yeni seferin yapılmasını 1,5 sene geciktirmişti. Ağustos 1916’da yapılan İkinci Kanal Seferi de başarısız olmuş ve İngilizler Türkleri Sina çölünün dışına itmeyi başararak Mısır ve Süveyş Kanalı’nın güvenliğini garantiye almışlardı.

Bundan sonra Türklerin çekildiği Gazze-Birüssebi hattı İngilizlerin Filistin’e girişleri için önemli bir direnç noktası oluşturmuştu. Bu hat aynı zamanda Kudüs’ün muhafazası için de gerekliydi. İngilizler, Kantara’dan başlayarak Gazze Vadisi’ne kadar demiryolu döşedikleri gibi Nil’in tatlı suyunu da demiryoluna paralel döşemişlerdi. İngilizlerin Mart ve Nisan 1917’de Gazze’ye düzenlediği iki önemli saldırı, başarısızlığa uğramıştı. Bunun üzerine Mısır Sefer Kuvveti Komutanı General A. Murray’ın yerine, General E.H.H. Allenby atanmış ve kendisine her türlü destek verilmişti. Hatta İngiliz Başbakanı D. Lloyd George, Allenby’e, Kabine’nin Noel’den önce Kudüs’ün ele geçirilmesini beklediğini söylemişti. Haziran 1917’de göreve başlayan General Allenby, yaz boyunca daha önce başlanan hazırlıkları hızla tamamlamaya çalışmıştı. Bu sırada Türk Genelkurmayı, İngilizlerin büyük çaptaki hazırlıklarını doğru okuyamamış ve ağırlığını 11 Mart 1917’de kaybettiği Bağdat’ın geri alınması projesine vermişti. Bunun sonucunda “Yıldırım” projesi doğmuştu. Buna Almanlar, büyük oranda asker ve silah desteği vermişti. Oluşturulan Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na Alman Generali Falkenhayn atanmıştı. İngilizlerin Filistin’deki tehdidinin arttığı konusunda Türk ve Almanların anlaşmaya varması üzerine, Bağdat’ın kurtarılması için oluşturulan “Yıldırım” Filistin’e gönderilmiş ancak çok geç kalınmış ve Türkler yarı hazır bir durumda yakalanmıştı. Hazırlıklarını tamamlayan General Allenby, 31 Ekim 1917’de Birüssebi ve Gazze üzerine saldırıya geçmişti. Türkler, gelişen İngiliz saldırısı karşısında dayanamamış, önce Birüssebi, ardından da Gazze elden çıkmıştı. İngiliz başarısı, bununla sınırlı kalmamış ve geri çekilmekte olan Türkleri takip etmişti. 40 gün süren takip ve muharebeler sonunda Türkler 8/9 Aralık gecesi Kudüs’ü boşaltmak zorunda kalmıştı. Türkler Kudüs’ten sonra şehrin doğu ve kuzeydoğusunda bir hatta doğru çekilmişti. Bu nedenle, direnişle karşılaşmayan İngilizler öğleden önce Kudüs’e girmişti. Öğleden sonra Türk hattına yaptıkları saldırı ise geri püskürtülmüştü. 10 Aralık sakin geçmiş ve İngilizler 11 Aralık’tan itibaren dikkatlerini Kudüs’ü Türk karşı saldırılarına karşı koruma planları ve harekâtları üzerinde yoğunlaşmışlardı

11 Haziran 1916’da İslam’ın kutsal kenti Mekke, İngilizlerin kışkırtması sonucu isyan eden Şerif Hüseyin’in eline geçmişti. 11 Mart 1917’de İngilizler Halifeler kentini yani Bağdat’ı ele geçirmişti. Bu, Mekke’nin düşmesinden sonra Türk prestijine indirilen ikinci bir darbe idi3. Aynı yıl dokuz ay sonra, Kudüs’ün 9 Aralık 1917’de İngilizlerin eline geçmesi, üçüncü darbe olmuştu. Artık dinî semboller olan büyük şehirler Türklerin elinden çıkmıştı. Daha kötüsü İngilizler, bunu sürekli bir propaganda malzemesi yaparak hem işgalleri altındaki İslam topraklarında Osmanlı sempatizanlığını yok etmeye çalışmış, hem de Osmanlı egemenliğindeki topraklarda yaşayan Arapları kendi tarafına çekmek için bulunmaz bir fırsata sahip olmuştu.

Kudüs’ün Teslimi

9 Aralık 1917 günü Osmanlı Devleti’nin son Kudüs Mutasarrıfı –İngiliz kaynakları yanlış olarak Kudüs Valisi olarak verirler- İzzet Bey, Belediye Başkanına bir teslim mektubu vererek sabah erkenden şehirden ayrıldı. Ayrılmadan önce de telsiz makinesini çekiçle paramparça etti4. İzzet Beyin 8/9 Aralık 1917 tarihli imzaladığı belgede Osmanlıların dinî binaların tahrip olmasından çekindiği için şehirden çekildiği, buralara muhafızlar yerleştirildiği ve İngilizlerin de aynı yolda hareket edeceğinin umulduğu ifade edilmişti. Ekte yer alan belgenin resminden, propaganda amaçlı olarak şehrin bir duvarına da asıldığı anlaşılmaktadır.

Belge sadeleştirilmiş hali şudur:

“Her milletçe kutsal sayılan Kudüs’teki yerleşim yerlerine iki günden beri obüsler düşmektedir. Osmanlı Hükümeti sırf dinî mekanların zarar görmemesi için kasabadan çekilmiş ve Kamame, Mescid-i Aksa gibi dinî mekanların korunmasına memurlar görevlendirmiştir. Tarafınızdan dahi bu yolda muamele edileceği ümidiyle bu belgeyi Belediye Reisi Vekili Hüseyin-zâde Hüseyin Bey eliyle gönderiyorum efendim.” Kudüs Müstakil Mutasarrıfı İzzet

Belediye Başkanı, sabahleyin yanında birkaç polis memuru ile Lifta’da bulunan İngiliz birliklerine doğru yola çıktı. Saat 08.30’da İngilizler, beyaz bir bayrakla yaklaşan heyeti gördü6. Heyeti ilk karşılayan iki İngiliz çavuşu oldu ve kendilerine şehrin teslim mektubu ve anahtarları sunuldu ise de kabul etmediler. Arkadan gelen İngiliz subaylarından iki binbaşı ve Tugay komutanı da kabul etmedi. Kimse teslim işini üzerine almak istemedi. Sonunda 60. Tümen Komutanı Tümgeneral J.S.M. Shea, Korgeneral P. Chetwode’a danıştı ve Chetwode da teslim işini kabul etmesini bildirdi. O da, Allenby adına saat 11.00’de şehrin teslimini kabul etti. 31 Ekim’den beri 40 gündür devam eden muharebeler sonunda Kudüs teslim alındı. Böylece Hıristiyanlar, 730 yıl sonra Kudüs’e döndü. 180. Tugay Komutanı Tuğgeneral C.F. Watson ve Belediye Başkanı birlikte Kudüs’e döndü. Tuğgeneral Watson postaneye, bazı hastanelere ve Yafa Kapısı’na muhafızlar yerleştirerek kamu güvenliğini sağlamaya çalıştı. Aynı zamanda, General Allenby’nin resmî girişinin kısa bir provası hazırlandı.

İngiliz Savaş Kabinesi Kudüs’ün ele geçirilmesinden hemen önce basın muhabirlerinin mesajlarını ve askerî ataşelerin telgraflarını, zaferin Avam Kamarası’nda bir bakan tarafından dünyaya duyurulmasına kadar bekletmeleri emrini vermişti. Bu emir, Kudüs’ün ele geçirilmesinden önce Mısır Sefer Kuvveti’nde bulunan gazetecilere de bildirilmişti8. Nihayet 9 Aralık 1917’de resmî duyuru yapılmıştı9. Maliye Bakanı Bonar Law, Avam Kamarası’nda resmî duyuruyu yapmış ve kutsal şehrin ve çevresinin zarar görmesinden kaçınmak için Kudüs’ün ele geçirilmesinin geciktiği değerlendirmesini yapmıştı. Resmi duyurunun ardından Westminster Katedrali’nin büyük çanı üç yıl aradan sonra çalmaya başlamıştı. Paris’te Notre Dame Katedrali’nde özel bir tören düzenlenmişti. Duyurunun ardından İngiliz Savaş Kabinesi, Allenby’e gönderdiği telgrafta dünya çapında tarihî bir anlamı olan ve İngiliz ve Müttefik halklarına büyük bir sevinç yaşatan Kudüs’ün ele geçirilmesi olayında kendisini tebrik ettiklerini ve başarılarının devamını beklediklerini bildirmişti. Allenby, şehirde iken İngiliz Kralı V. George’dan da bir mesaj almıştı10. Kudüs’ün ele geçirilmesi üzerine Roma’da 15.000 öğrenci dâhil 35.000 kişi St. Onoforio Tasso Türbesi’ne yürümüştü. Aynı yerde 16. yüzyılda “Kudüs Kurtarıldı” diye yazan şair Torquato Tasso’nun da türbesi vardı. Bu sırada Roma’daki yüzlerce çan çalmış ve Kardinal Lega, kalabalığa hitap etmiş ve kalabalığı kutsamıştı. Papa, savaşa katılan ülkelerdeki tüm papazlara bir genelge göndererek, her hangi bir Hıristiyan devletin Kudüs’ün geri alınması girişiminde Türklere yardım etmesi halinde aforoz edileceğini bildirmişti.

İngilizlerin şehri ele geçirmesine en çok sevinenler, şüphesiz Hıristiyan, Yahudi ve bölgede Türk hâkimiyetini görmek istemeyen bazı Araplar idi. Gazeteci W.T. Massey, Allenby’nin şehre girişinden birkaç saat önce şu olaylara tanık olmuştu: “Davut Sokağında gezerken bir Yahudi kadını, beni durdurdu ve dedi ki ‘Bu gün için dua ettik. Bu gün şarkı söyleyeceğim. Tanrı Bağışlayıcı olan Kralı Korusun, Çok Yaşa bizim Soylu Kral. Açlık çekiyorduk fakat mesele mi? Şimdi kurtulduk ve özgürüz.’ Ellerini göğsünün üstünde bağladı ve birkaç kez ‘Ah ne kadar müteşekkiriz’ dedi. Yaşlı bir adam da beni elleriyle tuttu ve dedi ki Tanrı bizi kurtardı. Ne kadar mutluyuz.” dedi.

Bundan başka yazar, 10 yıldır Kudüs’te yaşayan ve Kızılhaç Hastanesi’nde çalışan bir Amerikalının, Türk ordusunda görevli üç yaralı Arap subayın hastaneye getirildiğini, bunlardan birinin “şimdi Yaşa İngiltere diye bağırabilirim” demesi üzerine, hastanede çok sayıda yaralı Türkün olduğunu ve dikkatli olması gerektiğini hatırlatması üzerine bunu dikkate almadığını ve “Yaşasın İngiltere” diye bağırdığını anlatmaktadır

Çoğu İngiliz yazarı, Kayser II. Wilhelm’in 1898’de at üstünde Kudüs’e gösterişli bir şekilde girişi ile, 11 Aralık 1917’de İngiliz Generali Allenby’nin bir hacı gibi yaya olarak saygılı bir şekilde girişini mukayese etmiştir.

Allenby 11 Aralık’ta yaşadıklarını Londra’ya gönderdiği telgrafta şöyle özetlemişti:

“1- Bugün öğlen, kurmaylarımdan birkaçı, Fransız ve İtalyan bölük komutanları, Picot Heyetinin başkanları, Fransız, İtalyan ve Amerika Birleşik Devletleri Askeri Ataşeleri ile resmen şehre girdim.
Tören Alayının hepsi yaya idi.

1-Yafa Kapısında İngiltere, İskoçya, İrlanda, Galler, Avustralya, Hint, Yeni Zelanda, Fransa ve İtalya muhafızları tarafından karşılandım.
2- Halk tarafından iyi karşılandım.
3- Kutsal Yerlere muhafızlar yerleştirildi.
4- Askeri Vali Latinlerin mütevelli vekiliyle temas halindedir ve Yunanlı temsilci Hıristiyan Kutsal Yerleri yönetmek üzere seçildi.

5- Ömer Camii ve çevresi Müslüman kontrolüne verildi ve Camii çevresinde Hintli subay ve askerlerden oluşan askerî bir kordon oluşturuldu40. Askerî valinin ve Camii yöneticilerinin izni olmadan Müslüman olmayanların bu kordonu geçemeyecekleri hakkında emirler verildi.

6- Beyanname duvarlara asıldı ve Arapça, İbranice, İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Yunanca ve Rusça olarak Kalenin basamakları üzerinde huzurumda okundu.

7- Beytüllahim’e ve Raşel Türbesi’ne muhafızlar yerleştirildi.

8- Kamame Kilisesi41 kapılarındaki vakıfların irsî mütevellilerden, Kiliseyi koruyan Halife Ömer’in yüce hukuku doğrultusunda geleneksel görevlerini kabul etmeleri istenildi.”

Sonuç
Birinci Dünya Savaşında, 1915’te Çanakkale ve 1916’da Irak cephesinde Kut’ül-Amare zaferleri ile Türkler İngiliz gururuna önemli darbeler indirmişti. Fakat Mart 1917’de Irak cephesinde ve Ekim 1917’den başlayarak Filistin cephesinde İngilizlerle yapılan başarısız muharebeler sonucunda Türkler, Ortadoğu’nun önemli şehirlerinden olan Bağdat ve Kudüs’ü kaybetmişti.
Türkler, 11 Mart 1917’de kaybettiği Bağdat’ı kurtarmaya çalışırken, aynı yıl izledikleri yanlış askerî politikalar yüzünden Kudüs’ü de kaybetmişlerdi. Bağdat’ın kaybı ile beraber Kudüs’ün de kaybedilmesi İslam dünyasında Türk prestijne önemli bir darbe daha vurulmuştu. Ayrıca Osmanlı Ordusunun savaş değeri konusunda da ciddi sorular oluşturmuştu. Diğer taraftan, Kudüs’ün İngilizler tarafından ele geçirilmesi Hıristiyan dünyasında büyük bir sevinç yaratmış ve olay hemen bir Haçlı zihniyetine dönüşmüştü.( İsmet ÜZEN-Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, Tokat)

NECİP FAZIL: FİLİSTİN BOZGUNU

Üstadın Dedektif X Bir mahlasıyla Büyük Doğu Dergisinde kaleme aldığı bir yazı:

1 — Birinci Cihan Harbinde İmparatorluğun çöküşü, Filistin cephesinin birdenbire yıkılmasiyle olmuştur.

2 — Evet, Birinci Cihan Harbinde Filistin cephesi birdenbire yıkılmış; bu cephe üzerinde her şey, müthiş bir bozgun ve misilsiz bir panik kasırgasiyle altüst olmuş ve neticede bu iş, bütün felâketler bilançosunun yekûn hattını çekerek Türk vatanının istilâsına ve Mondros esaret senedinin imzasına kadar götürmüştür.

3 — Acaba Filistin cephesinin âni çöküşü, 4 küsur yıllık Birinci Cihan Harbinin her gün üstüste yığılan faciaları sonunda zuhura gelmiş tabii bir netice midir; yoksa bununla beraber ve bilhassa bundan kuvvet alarak araya giren bir kast ve menfi irade mahsulü müdür???

4 — Biz, bütün bir tarih seyrini değiştirecek kadar mühim bu sualin cevabını şöylece veriyoruz ki, imparatorluğu birdenbire dize getiren Filistin cephesinin çöküşü, üstüste yığılı facialar neticesinde, fakat bu faciaların kötü akıbetini biraz daha uzatmanın pekâlâ mümkün bulunduğu bir anda, bulanık şartlardan kuvvet alarak araya girici bir kast ve menfi irade neticesi olarak meydana gelmiştir. Yani, imparatorluğun, o günkü Türk vatanının çöküşünü çabuklaştırıcı bir kast ve menfi irade karşısındayız. Artık siz bunun mânasına ne isim verirseniz veriniz!

5 — Cephenin çöküş tarihi 31 Ağustos 1918 dir. Filistin cephesinde üç ordumuz vardır: 4 üncü, 7 ncı ve 8 inci ordular… 4 üncü ordu kumandanı Mersinli Cemal Paşa merhum, 8 inci ordu kumandanı ArapKirli Cevat Paşa merhum, 7 nci ordu Kumandanı da Mustafa Kemal Paşadır. Üç ordunun birden teşkil ettıgı birlik ise Yıldırım Orduları ismındedir ve General (Ley-man von Sanderes) kumandasındadır.

6 — 7 nci ordu merkezi Nablus, 8 inci ordu merkezi Tul-ü Kerem, 4 üncü ordu merkezi Salt kasabalarında… Ordular grubu kumandanlığı da Nâsırada… Arkanızı Anadoluya vererek düşünürseniz, Şeria nehrinin sağında 4 üncü, solunda da 7 nci ve 8 inci ordular… Karşılarındaysa General (Allenbi) kumandasında İngiliz ordusu…

7 — Günün birinde Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Orduları Levazım Reisi Merzifonlu Miralay Ömer Lütfi Bey (İstiklal Harbi esnasında Nafia Vekili) ile yine ordular grubu erkân-ı harb reisi Diyarbakırlı Kâzım Paşayı nezdine çağırıyor ve şöyle diyor: «Enver Paşanın idaresi orduyu ve vatanı her yerde felâkete sürüklüyor! Bu vaziyetten kurtulmak için tek çare İngilizlerle anlaşmaktır! Başka hiçbir çıkar yol kalmamıştır!..» Her iki asker de bu teklifi şiddetle reddediyor ve böyle bir hareketin korkunç bir şey olacağını söylüyorlar ve yerlerine gidiyorlar. Teklif neticesiz kalıyor. (İşbu Ömer Lûtfi Bey, iman ve namusiyle tanınmış bir zattır ve elyevm, çok şükür, sağdır.)

8 — Bu arada Mustafa Kemal Paşanın, herhangi bir maddi menfaat bahis mevzuu olmaksızın, İngiliz kumandanı (Allenbi) ile hususi temaslarda bulunduğunu da bir gün tarih tesbit edecektir.

9 — Nihayet 31 Ağustos 1918… 7 nci ordu, ne sağındaki 4 üncü orduya, ne de solundaki 8 inci orduya ve bilhassa Ordular Grupuna hiçbir haber vermeden ve hiçbir şey sızdırmadan, birdenbire Bisan istikametinde son süratle çekilmeye başlıyor!!!

10 — Nagihan cephe üzerinde müthiş bir yarık hâsıl olmuş ve 4 üncu ordu ile 8 inci ordular birbirinden uzakta ve temassız halde kalmışlardır!!!

11 — İngiliz ordusu hemen bu yarıktan içeriye dalarak 8 inci ordunun gerisine düşüyor ve bu orduyu kuşatıp kamilen esir ediyor. Ancak Tul-ü Kerem mevkiindeki Cevat Paşa, birkaç Kişilik maiyetiyle zor belâ kurtulabiliyor!!!

12 — İngiliz tazyiki, oradan, derhal 4 üncü ordu üzerine dönüyor; vaziyeti birdenbire ve tepeden inme haber alan 4 üncü ordu ise, tarih boyunca misli görülmemiş bir bozgun seli halinde Haleb’e doğru akmaya başlıyor!!!

13 — Vaziyet tek kelimeliktir; Kahkarî hezimet!!! 4 üncü ordu bakiyeleri Şam’a doğru mahşeri bir ana baba günü akışiyle kulaç atarken, 7 nci ordu hiçbir tazyik görmeden Haleb’e çekilmiş ve orada karargâh kurmuştur!!!

14 — İşte bunun üzerine memleket tek kalemde tepetaklak olmuş ve Mondros’un imzası zarureti doğmuştur. Öyle bir cephe çöküşiydi ki, bu, eğer tam o anda imparatorluk, esaretini kabul edip mahut mütarekeyi imzalamasaydı, İngiliz ordularının Halep önüne değil, Haydarpaşaya kadar ilerlemesi lâzımdı.

15 — Bir taraftan Yıldırım Orduları Kumandanı (Leyman fon Sanderes), öbür taraftan 4 üncü ve 8 inci ordular kumandanları çırpınadursun; Mustafa Kemal Paşa derhal İstanbula müracaat ederek şu teklifte bulunuyor: «Ordumuz mahv-ü perişan olmuştur! Eğer Yıldırım Orduları Kumandanlığını bana verir ve Mersinli Cemal Paşayı bertaraf ederseniz vaziyeti kurtarırım!..» Ve o hengâmede hiçbir şeyi doğru haber almak ve düşünmek kabiliyetinde olmıyan İstanbul, bu teklifi kabul etmekten başka çare bulamıyor!!!

16 — Yeni Yıldırım Orduları Kumandanı birkaç basit oyalama muharebesinden sonra Adanaya çekiliyor ve Adanadan da îstanbula şu yeni teklifte bulunuyor: «Vaziyet tam bir faciadır! Beni Harbiye Nazırı yaparsanız durumu kurtarabilirim!..» Artık vaziyet; bilhassa şahısların vaziyeti, İstanbulca malûm olmaya başladığından Müşir İzzet Paşa bu telgrafa cevap vermiyor; ve Yıldırım Orduları Kumandanı İstanbula gelmekten başka çare bulamıyor!!!

17 — Mustafa Kemal Paşanın Harbiye Nazırlığını isteyişi telgrafı, Toroslarda Bilemedik mevkiinden çekilmiş; ve erkân-ı harb miralayı merhum Fuat Ziya Beye çektirilmiştir. Zira merhum Fuat Ziya’nın Müşir İzzet Paşa ile arası son derece iyidir. Elbette ki, tarih bir gün bu telgrafın da müsveddesini bulacaktır!!!

18 — İşte Türk milletini imparatorluk enkazı altından kurtarma hareketi mazide böyle bir istinat noktasına dayanır!!!

19 — Sadece realiteleri tesbite memur olan biz, kıymet hükmünü umumi vicdana ve tarihe terkediyoruz!!!
[Resim: odN4ZJ5.jpg]

09.12.2012.habervaktim

Büyük Doğu Dergisi – 8 Eylül 1950 – Sayı: 25, sayfa 3
Cevapla
Task